Magazin

Bilinmeyen.Com / Magazin Kategorisi

Bermuda Şeytan Üçgeni

 

Şeytan Bermuda´yı terk mi etti?

Bermuda Üçgeni bir mit mi? Yoksa eski zamanlardaki denizcilerin uydurdukları türde bir masal mı? Acaba gerçekten orada zaman zaman doğaüstü bir olay mı yaşanıyor? Veya birilerinin iddialarına göre, kayıp kıta Atlantis´ten kalan bilinmeyen bir teknoloji mi olaylara neden oluyor? Mitolojik mitlerin dışında kalan çağdaş mitleri oluşturan temel neden paradır, insanlar doğadışı öyküler veya olgular yaratarak, olayın olduğu yerde ekonomik bir potansiyel oluştururlar.

Çağdaş mitleri sıralarsak, ilk üçe muhakkak Bermuda Şeytan Üçgeni girer, Bermuda gizemi benzerlerinden çok fazla malzemeye sahiptir, kamoyuna malolmuş, kitaplarda, filmlerde kullanılan malzeme yerel düzeyde anlatılan malzemenin çok azını oluşturur, geride inanılmaz büyüklükte malzeme bulunmaktadır. Yazımızın ana amacı öncelikle bilimsel olduğu varsayılan yani bilimin zahmet edip popüler bir açıklama getirmediği yayınların iddialarını tartışmaya yöneliktir. Burada tartışılan Üçgen´de ışık hızında olayların yaşandığı iddialarıdır veya Üçgen´in mistik bir alan olduğudur ya da UFO´ların üssü olduğu şeklindeki abartılı iddialardır. Bunların bir kısmı roman yazarlarının eğlencesidir, bazıları ise takma ünvanlı yarı-bilimcilerin araştırılmamış ve kanıtlanmamış söylentilere dayanan korku filmi çizgisindeki derlemeleridir. Peki ama gerçek nerededir ve daha da önemlisi gerçeği söyleme yetkisi kime aittir? Üçgen gerçekten tehlikeli bir yer midir? Bermuda Üçgeni´ne gizemli yer tanımını getirirken, doğru bir tanım mı yapıyoruz? Bir uçak veya kuş iz bırakmadan nasıl kaybolabiliyor? Ve sonuç olarak, gizem dediğimiz kavramı, aktif ve taraflı imajinasyonlardan nasıl ayıracağız? Olayın temel konu başlıkları şunlardır; Coğrafi başlıklar; Üçgen´nin boyutları-Sargasso Denizi-Atlantik akıntıları-Okyanus tabanı-Gaz kabarcıkları-Manyetik kuzey kutbunun coğrafi ve göksel konumu şeklindedirler. Tarihi başlıklar; Bermuda Üçgeni deyiminin ilk defa ne zaman kullanıldığı-Kristof Kolomb ve uçakların kara kutularıdırlar. Ele alınması gereken olaylar ise; Uçuş 19-Mary Celeste-Carroll A-Rosalie-Stavenger ve Aralık 1948´deki DC3 olayıdır. Biz yola tanımdan ve boyutlardan çıkacağız;

Akıntının ölümcül oyunu;

Oxford English Sözlüğü´nün Şubat 1964´de yayınlanan ikinci baskısı, "Bermuda Üçgeni" veya "Şeytan Üçgeni" deyimlerinin ilk kez yer aldığı ansiklopedik kaynaktır. Deyimler, "Argosy" yani büyük ticaret gemileri maddesinde kullanılmış ve mitik bir Bermuda Üçgeni tarifinin çevresinde sınır ötesi bir abartı yaratılmıştır. Üçgen´nin resmi boyutları Bermuda, Puerto Rico-San Juan ve ABD, Florida-Miami´dir. Bununla beraber olayları gözden geçirdiğimizde, bu sınırın dışına çıkıldığını farkederiz, olaylar Kuzey Atlantik´e doğru yayılırlar. Bazen de Doğu Pasifik´te, Meksiko Körfezi´nde yer alırlar. Sargasso Denizi ise tüm çekişmelere rağmen Bermuda Üçgeni´nin resmi sınırlarının dışında kalır. Oysa, birçok best-seller kitapta Sargasso Denizi Üçgen´nin tam ortasına konulmuştur yani görülür ki, tanımlanan sınırlarla, yaşanan olayların yerleri arasında çelişki vardır. Bermuda Üçgeni´ninden geçen veya etkileyen akıntıların başında Gulf Stream Akıntısı gelir. Akıntı, Florida Burnu´nun ucundan başlayarak, Britanya´ya kadar gider. Londra´nın ünlü sisinin oluşmasının ardında Gulf Stream vardır, birçok Avrupa ülkesinde ve Kanada´da iklimin ılımlı olmasının nedeni de Gulf Stream Akıntısı´dır. Gulf Stream güçlü bir akıntıdır, yani denize düşen birçok kuşu ve acemi denizciyi itip götürecek kadar güçlüdür. Akıntı önüne kattığı bir botu, kuzeye iterek önce Florida´nın doğusuna ve Bahama Adaları´na götürür, Florida ile Bahamalar´ı ayıran Florida Boğazı´nda akıntı değişir ve çalkantılar halinde hızlanarak kuzeye yönelir. Bu ne demektir? Akıntıya kapılan bot, önce doğuya sonra da kuzey-doğuya yönelecektir. Eğer botu kıyı boyunca izliyor veya gözlüyorsak, kısa bir mesafeyi hızla veya çabuk aştığını görürüz. Ve ardından da botun kısa bir süre içinde, ufuk çizgisinde kaybolduğunu izleriz. Daha beteri ise, botun rotasını batıya çevirmesi halinde dahi, hala kuzeydoğuya doğru akıntı tarafından itiliyor olmasıdır yani Gulf Stream Akıntısı, acemi denizcileri veya yetersiz tekneleri kendi doğrultusuna götürebilir. Kürekle hareket eden küçük bir kanonun ise, akıntıdan kurtulması imkansızdır. Bunu med-cezirle mücadele etmeye benzetebilirsiniz. Belli bir çaptaki yelkenli teknelerin dahi başı derttedir, yelkenli uygun rüzgarı arkasına alıp rotasını Akıntı´nın dışına çevirmiş dahi, hedefine giden yola girinceye kadar, rotasından millerce öteye gitmiş olacaktır. Ancak bölgeyi ve Akıntı´nın tüm özelliklerini çok iyi tanıyan bir denizci önceden tedbir alarak, bu duruma düşmeyecektir. Yukardaki duruma düşen teknenin kaptanı, istediği rotadan uzaklaştıkça okyanusta kaybolma tehlikesi karşısında paniğe düşecek ve içinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabileceğini hesaplamadan imdat mesajlarını yayınlamaya başlayarak, arama ve kurtarma operasyonlarını başlatacaktır. Ve okyanusta kaybolma tehlikesi de gerçektir, bulanamadığı takdirde de kayıp ilan edilecektir.

Okyanusun inanılmaz derinliği

Kuzey Amerika kıtasının kıyıları çok güzeldir, mavi suların güzelliği özellikle Karayipler´de belirgindir. Karayip Adaları´nın birçok yerini, kıyı boyunca yukardan uçarak gözlerseniz berrak suların altındaki dev blokların millerce uzandığını görürsünüz. Bu görkemli bir görüntüdür ve öylesine net bir görüntüdür ki, su altındaki batık bir uçağı veya parçalarını açıkça görebilirsiniz, düşen birçok uçağın kara kutuları bu sayede bulunabilmiştir. Büyük jetler her tür hız ayar aygıtına sahiptirler, küçük uçaklarda ise "Emergency Lacator Transmitter" denen aygıttan başka birşey yoktur, bu küçük uçaklarda bulunan Kara Kutu´lar ise su altında yeterince çalışmazlar. Yanısıra da okyanusun kumsal tabanında oluşan kum dalgalanmaları bulutlar halinde zaman zaman çalkalanarak aygıtları iyice çalışmaz hale getirmektedirler. Batık küçük tekneler de bu nedenlerle gözden kaçmakta ve en gelişmiş radarlar tarafından dahi görülememektedirler. Öyleyse, belli bir çapın altındaki batık teknelerin bulunması çok küçük bir olasılıktır. Gerçek tehlike, Karayipler´in sığ kıyılarına dalan dalgıçların gördüğü gibi, okyanus tabanının çok sığ olarak kıta kıyısı boyunca binlerce mil devam ettiğidir. Yani bu sığ kıyı tabanı aynı zamanda da okyanus tabanıdır ve siz çok küçük bir farkla çok az açıldığınızda veya bir sürpriz olarak derinlik birdenbire yüzlerce metreye ulaşabilir. Puerto Rico´nun 100 mil kuzeyi, Atlantik Okyanusu´nun en derin yeridir, Puerto Rico su altı hendeğinin derinliği 9.200 metreye ulaşır. Florida Boğazı´nda derinlik 5.000 metreyi aşar. Büyük Bahamalar´dan Kuzeydoğu Providence Kanalı´na uzanan bölgede derinlik 2.000 ile 4.000 metre arasındadır. Yani beş-on metrelik bir derinlikte yüzerken, dalarken veya teknenizle seyrederken, birkaç dakika içinde altınızda binlerce metrelik bir derinlik ortaya çıkabilir. Ve bu sığ sanılan bu kıyılarda sayısız uçak ve tekne hiç iz bırakmadan kaybolmuştur. Kısacası, Miami´den, Bahamalar´a uzanan bölgede okyanusun derinliği yaklaşık olarak 6.000 metredir ve bu sular sakin değildir.

Kuzey Kutbu kaosu ve Kolomb´un yanılgısı;

Bu bölümdeki araştırmanın temeli, Üçgen´deki olaylarda sık anlatılan pusula bozulmalarıdır. Üç temel kutup vardır; Manyetik Kutup, Grid Kutup ve Gerçek veya Göksel Kutup. Gerçek Kutup, Polaris yıldızıyla yani Kuzey Yıldızı ile belirlenir, yerini bulmak için Ursa Major ve Ursa Minor yani Büyük Ayı ve Küçük Ayı takımyıldızları gözlemlenir, Küçük Ayı´nın ucundaki iki yıldızın üstünden yukarı çıkıldığında görülen son parlak yıldız Polaris´dir. Grid Kutup, 90 derece enlemdeki gerçek kutuptur, haritalarda ve kürelerde görülür, Polaris´le aynı doğrultuda değildir, bazen farklılık gösterir. Pusulaların gösterdiği Manyetik Kutup ise, Grid Kutup´un binlerce mil ötesindedir; manyetik bir alanı gösterir ve bu yer Hudson Körfezi´ndeki Baffin Adaları´nın bir tanesindedir. Bazı kürelerde göreceğiniz küçük (x) işareti, bu yeri göstermektedir. Atlantiği geçerken garip pusula hareketleri ile karşılaşan ilk denizci bilindiği tadarıyla Kristof Kolomb´dur, Gerçek Kutup´la, Manyetik Kutup arasındaki farkı veya aynı olmadığını ilk o görmüş ve bunu gemisinin seyir defterine kaydetmiştir. Ama 500 yıl öncesindeki pusulaların ne kadar başarılı oldukları ayrı bir tartışma konusudur ve Kolomb öyle sanmış da olabilir. Dünyada Manyetik ve Grid veya Manyetik ve Gerçek Kuzey olan iki boylam vardır, birisi Avrupa´nın merkezine yakındır, ötekisi ise ABD´nin doğusundadır. Atlantik´de yolculuk ederken, Manyetik ve Grid Kuzey arasındaki farkın gittikçe arttığını görürsünüz. Portekiz yakınında 4 derece olan bu fark, Atlantiğin ortasında, Sargossa Denizi´nde 22 dereceye kadar ulaşır. Florida Burnu´na geldiğinizde ise fark, bir hatta yarım dereceye kadar düşecektir. Bu açıklama çok yeterli görünmese de, bazı pusula sapmalarını açıklama yönündedir. Kristof Kolomb ve Bermuda Üçgeni olayı tarihsel bir dip nottur. Ünlü denizci, Sargossa Denizi´nde garip olaylar yaşamıştır, pusulası sapmış ve denizde garip ışıklar görmüştür. Öncelikle söylemek gerekir ki, Kolomb mükemmel bir denizci ve kaptandı, denizlerde sayısız sorun yaşamış, doğa ile boğuşmuştu. Mürettebatı onun yeteneklerine inanıyordu, ilk yolculuğunda mürettebatın korkusu karayı görememekten öte, yiyecek ve suyun biteceği yüzündendi. Okyanusun ne kadar büyük olduğunu, karaya olan mesafeyi bilmiyordu ve hesapları kendisine özgündü. O çağda, dünya ikiye ayrılmıştı, ufuk çizgisi ve ötesi... Ötesi, bilinmeyen bir yerdi. Dünyanın düz olduğuna inanılıyordu. Kolomb´a göre dünyanın çevresi 15.000 mildi. Ve Kolomb, denizin ötesine giderek Sargossa Denizi´ne ulaştı, burası onun ve adamlı için bir bulmacaydı, karaya yaklaşırken kuşlar görmüştü ama kara görünmüyordu. Sonra Atlantik´in batısına doğru devam ettiler ama pusulaları Gerçek Kutbu göstermiyordu, sadece Kolomb olayın farkındaydı, kimseye söylemedi, oysa pusula normaldi; çünkü Manyetik kutup Prince of Wales Adası yakınlarındaydı. Kolomb ve mürettebatı, aynı gece suya düşen bir meteor gördüler, bu onlar için alışılmışın dışındaydı. Olayları Kolomb´un seyir defterinden izliyoruz. 11 Ekim gecesinde uzakta ışıklar gördü, herkes uyuyordu, adamlarından ikisini çağırarak gösterdi. Üçüncü adam geldiğinde ışık kaybolmuştu. Olay duyulduktan sonra mürettebat artık geri dönülmesini istedi, Kolomb birkaç gün süre istedi; eğer kara görünmezse döneceklerdi. Karayı ilk görecek adama ödül vaadetti. Etrafta kuşlar vardı ve denizde yosunlar yüzüyordu, denize kadar inmiş olan bulutları birkaç kez kara sandılar. Kolomb, ödülü arttırdı. 11 Ekim gecesinde görülen ışık Hispanola Adası´na aitti ama uzağından paralel olarak geçiyorlardı, sonra birkaç ışık daha gördü ama kimseye haber vermedi. Dört saat sonra sabah olduğunda, Pinta gemisinden Rodrigo de Triana karayı gördü, bulutlar veya sis açılmış ada ortaya çıkmıştı; orası bir gece önce ışık gördükleri yerdi. Kolomb ve adamları yosunlu, üzerinde kuşların uçuştuğu sisli bir denizde yol alırken, ışıklar görmüşler ve bu gizemli ortamda doğaüstü güçlerle karşılaştıklarını sanmışlardı. Oysa ışıkların kaynağı büyük bir olasılıkla adada yakılmış bir ateşti.

 

En büyük gizem; Uçuş 19Uçuş 19 adı bize beş Avenger tipi bombardıman uçağının kayboluşunu anımsatır. Fort Lauderdale üssünden havalanarak günlük görev uçuşlarından birisini yapan Uçuş 19 filosunu, deneyimli pilotlar ve yardımcıları yönetiyordu. Rota gereği, 160 mil doğuya uçup, 40 mil kuzeye dönecekler ve 120 millik bir dönüş yaparak tekrar üsse geleceklerdi. Her uçakta üç kişi vardı ya da olması gerekiyordu ama bir uçağın iki kişiyle kalktığı biliniyor, kimliğini sadece pilotun bildiği bir kişi uçağa binmemişti, Raslantı mı yoksa önsezi mi? Uçuş öncesinde her zaman olduğu gibi, her tür test ve kontrol yapılmıştı, uçaklar mükemmel çalışıyorlardı. İki saatlik bir görev için fazla sayılacak miktarda benzin almışlardı. Telsizleri on ayrı kanala ulaşabiliyor veya alıyordu, geri dönmeleri için alınan en iyi garanti buydu. İlk mesaj saat 15:45´de geldi; "Kontrol kulesi; bu bir acil durumdur. acil durumdayız; kaybolduk; nerede bulunduğumuzu anlayamıyoruz. Kulenin ilk cevabı; "batıya dönün" şeklinde oldu ama filo batının nerede olduğunu bilmiyordu. Kule personeli tam bir bulmaca ile karşı karşıya kalmışlardı, eğer pusulalar çalışmıyorsa, pilotlar güneşe göre yol alarak yine yön bulabilirlerdi, gün batımına daha çok zaman vardı. Saat 16:25´e gelindiğinde filo komutanının yine sesi duyuldu; "Bulunduğumuz yer normal değil, üssün 225 derece kuzeyinde olmalıydık, bu şeye benziyor..." mesaj burada kesildi. Bu arada 13 personeliyle beraber Martin Mariner tipi deniz uçağı yardım için havalanmıştı, önce normal mesajlarını yollayan Mariner, Uçuş 19´un bulunduğunu sandığı yere vardığında sesi kesildi ve bir daha da mesaj gelmedi. Saat 19:04´de Uçuş 19´dan son mesaj geldi; ama bu çok zayıf gelen rutin "FT" sinyaliydi ve Uçuş 19´un uçuş kodu anlamına geliyordu. Uçaklar haftalarca arandılar ve hiçbirşey bulunamadı. Bugün dahi, ABD Deniz Kuvvetleri hala Uçuş 19 konusunda uyarılıdırlar. Askeri uzmanlar tamamiyle şaşkındılar; nasıl olmuştu da 27 insan ve 6 uçak kaybolmuştu? Avenger´ların benzini bitse bile, uçaklar süzülülerek denize inebilirler ve botlarına binerek portatif telsizleri aracılığı ile yardım bekleyebilirlerdi. Resmi açıklamada kayboldukları belirtildi; raporda şu satır vardı; "Mars´a uçmuş gibiydiler..."

İşin gerçeği ne olabilir?
1. Filo komutanı Teğmen Charles Taylor Deneyimli bir pilottu, Deniz Kuvvetleri Uçuş Komutanlığı´ndan Fort Lauderdale üssüne yeni atanmıştı. Diğerleri uçuş saatlerini tamamlamaya çalışan acemi pilottular.

2. Görevin amacı, bombardıman eğitimi için, Büyük Bahamalar´daki Hens ve Chickens Shoal bölgesinde alçak irtifada uçuş çalışmaları yapmaktı. Teğmen Taylor o gün uçmak istemiyordu, bir gece önce verilen partide çok içmişti ve yorgundu ve ondan başka hiç kimse görev rotasını ve amacını bilmiyordu.

3. Pusulalar bozulduktan sonra, Teğmen Taylor ölü uçuş yapmaya devam etti, oysa denize iniş yapabilirlerdi.

4. Taylor´un anlaşıldığına göre kolunda saati de yoktu çünkü arkadaşlarına sık sık saatin kaç olduğunu sorduğu sormuştu. Uçarken bir ara üzerinden geçtiği yeri tanıdığını sanmıştı, kendisi Florida Keys´de yaşıyordu ve oraya vardığını zannediyordu ama bulunduğu yer Bahamalar´dı. Florida Keys bir adadır, böylece Taylor Florida kıyılarına ulaşacağını sanarak filosunu yönlendirdi fakat hava gittikçe bozuyordu, saatlerce kuzeye uçtuktan sonra anakaraya ulaşamadı ve bu kez doğuya dönme emrini verdi, bu kez Mexico Körfezi üzerinde uçtuğunu sanıyordu. Gerçekte kuzeye doğru Atlantik kıyısı boyunca uçuyordu, doğuya dönme emrini verinci filo Atlantik´e yönelmiş ve sonsuz uçuşuna başlamıştı.

5. Uçuş 19, uçuş sırasında sürekli olarak üsle ilişki halindeydi, kule onu pusulasız uçması için uyarmıştı, bunun için özel telsiz kanalını kullanacaktı. Kule Taylor´dan o kanala geçmesini istedi ama Teğmen reddetti çünkü uçaklardan birisinin telsinin o kanalı arızalıydı ve Taylor frekansı değiştirirse o uçakla irtibatı kaybedeceğinden korkuyordu. Hava fırtınaya dönüşmüştü ve artık görüş sıfırdı.

6. Taylor´un eninde sonunda telsiz frekansını değiştireceğini düşünen Fort Lauderdale üssü, kendi telsizini o kanala sabitleştirdikten sonra kıyı boyundaki tüm telsiz istasyonlarının da aynı kanaldan Uçuş 19´a fikslenmelerini istedi. Eğer Taylor kısa bir an için bile olsa, frekans değiştirseydi, her yerden yardım alacak ve Florida´da Jacksonville´e ulaşacaktı .

7. Hava yağmurlu yani kapalıydı ve güneş görünmüyordu, bu yüzden Taylor güneşe bakarak yön bulamadı.

8. Filonun diğer üyeleri Taylor´un yolunu kaybettiğini ve Florida´yı aradığını duyuyorlardı, içlerinde onun yanıldığını farkedenler olabilirdi ama askeri disiplin gereği ses çıkarmadılar.

9. Kule çeşitli mesajlar yolladı ama Uçuş 19 bunların çoğunu işitemeyecek kadar üsten uzaklaşmıştı ve bu yüzden de bir başka telsiz trafiğinin içindeydiler yani kendi üssünün ilişki kuramadığı frekansına kilitli kalmıştı. Eğer Taylor o anda artık ulaşamadığı kendi üs frekansından çıkıp, yardım frekansına geçseydi, sayısız telsizle bağlantı kurabilecekti. Kıyı istasyonlarından hiçbirisi Taylor´un grubunu işitemedi.

10. Yardım için havalanan Mariner tipi uçak, Uçuş 19´u aramak için aceleyle yollanan tek uçaktı. Yani yeterince kontrol edilmeden havalanmıştı, büyük bir olasılıkla havada infilak etti, patlamayı gören tanıklar vardı ve yağ lekeleri bulundu. Mariner uçaklarının yakıt tanklarında sürekli sızıntı olduğu o sıralarda çok konuşulan ve sorun olan bir konuydu, bu yüzden onlara "uçan gaz tankı" diyorlardı ve gereken kontrol aceleden yapılamamıştı. Kalkıştan 23 dakika sonra patlamış olmalıydı.

11. Avenger´lar su yüzeyinde iki dakika kalabilirdi ve süre hava iyi ve deniz durgunsa geçerliydi. Ve tabii suya inişte pilotların yaralanmamış olmaları da gerekliydi çünkü Avenger bir deniz uçağı değildi ve suya çarpışı sert olacaktı. Dalgalar uygun koşullarda değildi ve Uçuş 19 hava karardığında sağnak yağmur altında deniz yüzeyine çok yakın uçuyordu. Taylor´un dışındaki pilotların hiçbirisi bu koşullarda uçma deneyimine sahip değildiler, hepsi öğrenciydi. Benzinleri bittiğinde, bir kaya gibi dalgalı denize çakılmış olabilirler, ne durumda olduklarını anlamadıkları son mesajlarından anlaşılıyordu ve beraber uçmayı sürdürmeye karar vermişlerdi.

12. Arama, ilk saatlerde yeterli değildi, alarm durumunda kalındı ama denize yollanan araçların sayısı çok azdı. Çünkü Deniz Kuvvetleri Uçuş 19´undan umudunu kesmişti. Sonraki haftalarda hava iyiyken yapılan kapsamlı aramalar boşunuydı, artık çok zaman geçmişti.

13. Uçaklar kıta kıyısından çok uzaklaşmışlardı; Karayipler´in üzerindeydiler ama buralarda deniz derinliği binlerce metredir, bu nedenle de en küçük bir enkaz parçasının bulunması dahi imkansızdı.

Evet, bütün bunlar karşıt görüşler, tümü de dünyevi, doğaüstü güçler burada yoklar. Deneyimli havacılar uçuşlarda her tür sürprizin olabileceği ve en normal koşullarda dahi öldürücü olayların meydana gelebileceği konusunda hemfikirdirler. Cevaplanamayan tek soru pusulaların neden bozulduğudur ama bu da yukarda bahsedilen kutupsal alan karışımı yüzünden oluşmuş olabilir. 1991´de Florida açıklarında 600 metre derinlikte beş Avenger uçağı bir derin deniz araştırma kapsülü tarafından bulundu, herkes heyecanlandı, efsane bitiyor muydu? Ama kapsülün getirdiği parçalar incelendiğinde bulunan uçakların Uçuş 19 olmadığı anlaşıldı, bu Avengerlar başkaydı ve o bölgede o dönemlerde mantıklı nedenlerle düşen yüze yakın Avenger vardı. Uçuş 19 sonuçta hala kayıp. Şimdi bir de öteki efsaneye göz atalım.

DC 3´ü Noel Baba mı kaçırdı?27 Aralık 1948´de Porto Rico, San Juan´dan, Miami Florida´ya giden ticari uçak tamamiyle yüklüydü. Pilot Yüzbaşı Robert Lindquist, Miami Kulesi´ne 50 mil kala telsizle arayarak, iniş koşullarını sordu, kule cevap için aradığından hiç ses çıkmadı ve DC 3 bir daha ilişki kurmadı. Uçaktan biraz önce keyifli Noel şarkıları geliyordu ama on dakika sonra yok oldular. Uçakta bir telsiz sorunu yoktu ve üstelik pilot kaybolmadan hemen önce Miami´yi gözle de görmüştü. Hava açık ve durgundu, pilot ve yardımcısı yıllardır uçuyorlardı ve kimse bir uçak kazası görmedi. Uçağın bulunduğu yerde yani üzerinde uçtuğu denizin derinliği sadece 6 metreydi. Şimdi olasılıklara bakalım;

1. Uçağın bataryaları zayıftı; pilot San Juan´dan ayrılmadan önce yer personeli tarafından uyarılmıştı. Aynı gün Miami´den San Juan´a uçmuştu ve gerekli şarjı yapmadan geriye dönüyordu. Yani o gün yirmi saatten fazla uçuş yapılmıştı ve pilotların yanısıra uçak da yorgundu ve düştü ama zannettiği yerde uçmuyordu, pilotun gördüğü yer ise Miami değildi. Bataryaların zayıflığı yüzünden Kule uzaklığı 50 mil olarak duymuştu.

2. Florida Boğazı´nda denizin derinliği 1.500 metreden fazladır. Akıntı çok hızlı ve güçlüdür. Eğer uçak sandığı yerin dışında bir yere düştüyse bulunması imkansızdır. Akıntının inanılmaz gücü sadece birkaç saat içinde tüm uçağı en küçük bir parçasını bulunamayacak kadar dağıtabilir.

3. Pilot uçağının yerini bilmiyordu; iddia edildiği gibi kayıtlı uçuş mesajlarında, pilotun Miami´yi gördüğünü söyleyen bir kayıt bulunamadı. Uçaktaki enerji zayıflığı nedeniyle kuleye verdiği zaman, hız ve hava kayıtları kuşkuluydu ve pilotlar inişe elli mil kala bu tür rapor vermezler, büyük olasılıkla uçak Miami´den elli ile yüz mil arasında bir uzaklıktaydı.

4. Rüzgar yön değiştirmişti ve uçak batıya doğru itiliyordu. Ama pilot Miami´yi olan uzaklığı yanlış tahmin ettiğinden yönünün değiştiğini fark edemedi. Telsiz ilişkisini de bataryaları boşaldığı için kaybetmişti ve böylece Florida´nın güney ucunu kaybederek, Mexico Körfezi´nde kayboldu.

5. Yıllardır sadece San Juan-Miami arasında uçan ve bu rota dışında hiç uçmamış olan pilot için, farklı ve alışmadığı uçuş koşulları ve de havayolu yeniydi, bu nedenle şaşırarak neden bilmediği bir yerde uçtuğunu anlayamadı. Yardımcı pilotu ise yeni bröve almıştı ve hiç deneyimi yoktu. Kısacası boşalan bataryalar, uçuculuğun ciddi bir iş olduğu gerçeği ile buluşarak Bermuda Efsanesi´ne DC 3´ü de kattılar.

Ve Mary Celeste´nin kaderi

Bermuda Üçgeni konusunu Mary Celeste´den söz etmeden bitirmek mümkün değildir. Mary Celeste yaklaşık 300 m. boyunda, 282 ton ağırlığında Brigade tipinde bir şilepti. Bulunduğunda tamamen boş olarak yüzüyordu, 4 Aralık 1872´de Dei Gratia´dan yükünü almış ve gelecek ay New York´a ulaşmak için yola çıkmıştı. 7 Kasım´da Cenova limanındaydı, bir hafta sonra da Cebelitarık Boğazı´nı aşmış, onu Dei Gratia´da ilk görenler geminin yüzüşünde bir gariplik olduğunu söylemişlerdi. Ama daha sonra boş olarak bulunduğunda geminin mükemmel durumda olduğu anlaşıldı, sadece filikaları yoktu. Mary Celeste´nin içindekilerin kaybolmasıyla ilgili sayısız öykü vardır, kaptanın tüm yolcuları ve mürettebatı birer birer öldürüp kanını içtikten sonra yeraltı dünyasına gittiği fantazyasına kadar... Ama biz doğal olasılıkları görelim;

1. Mary Celeste, hiçbir zaman Şeytan Üçgeni´ne girmedi. Bulunduğunda Azorlar´la, Portekiz arasında denizde sürükleniyordu.

2. Gemi son derece tehlikeli bir mevsimde denize açılmıştı, yolunun üstünde Atlantiğin kış fırtınaları vardı. Büyük bir fırtına ile karşılaşmışlar ve geminin batacağını sanarak filikalara binmişler ve açık denizde kaybolmuşlardı ama gemi batmamıştı

3. Olayın Bermuda Üçgeni ile ilgisi olmadığını bir kez daha anımsatalım. Benzeri kazalar dünyanın her yerinde sayısızdır ve sadece Hint Okyanusu´nda terk edilmiş ve içindeki insanların bulunamadığı yüzlerce gemiye raslanmıştır. Kısacası Mary Celeste, Bermuda Üçgeni´ne takılı bir kulptur.

İşte size Bermuda Şeytan Üçgeni´ne öteki kapıdan bir bakış. Şimdi karar sizin ama bir düşünün, kolay olan efsaneleri yaratmaktır, zor olan ise bilgiye ulaşmaktır hele hele gerekli olan bilgiye...
 

Bilim Kurgu ve Fantastik sinemadan unutulmaz sahneler


İyi bilim kurgu, insanlığa yön verir ve geleceği şekillendirir. Fanatizm, tutuculuk ve gericilik, bilim kurgu sinemasının ve edebiyatının bulunmadığı ülkelerde daha çok görülür. Sinema türlerinin arasında bilim kurgunun yeri çok önemlidir hatta zaman içinde en önemli finansal girdileri sağladığı görülür. Aşağıdaki filmler belli bir amaç güdülerek seçilmemiştir, okurlar aradıkları bazı filmleri bulamayabilirler. Ama bu liste gibi daha daha yüz liste yapılabilir. Kısacası amacım, bir bilim kurgu antolojisi sunmak yerine arşivimde bulunan filmleri değerlendirmek yönündedir. Ayrıca, tarihi, dinsel ve mitolojik hatta müzikal örneklerin de bu listede yer alması kişisel bir yaklaşımın sonucudur çünkü yaratıcılığın fantastik çizgide, gizemle buluştuğu her film bu klasmana sokulabilir. Önemli olan bu görkemli türün, yarattığı etkinin vurgulanması ve de anımsatılmasıdır.

 

2001 UZAY YOLU MACERASI"A Space Odyssey"-1968: Yönetmen: Stanley Kubrick; Keir Dullea, William Sylvester ve Gary Lockwood oynuyorlar. Senaryo Arthur C. Clarke tarafından yazıldı ve "Sentinel" adlı yine kendine ait öyküden alınma. Film, günümüzdeki özel efekt teknolojisinin yanında yetersiz olarak düşünülebilir ama hala birçok otorite tarfından tüm zamanların en iyi bilim kurgu filmi olarak tanımlanmaktadır. "2001"de kötü ve iyi adamlar yoktur, filmin temel unsurlarından olan kompüter HAL, insansal kötülüğü simgeler. Filmin bir diğer ilginç yanı 140 dakika sürmesine karşın, sadece 20 dakika konuşma olmasıdır. Buna karşın Richard Strauss´un ölümsüz "Also Sprach Zarathustra"sı film süresince akar. "2001"in açılış sahnesi bu klasik ezginin eşliğinde evrensel bilgeliği simgeleyen "Monolit"i ve ilk insanımsıları karşımıza getirir. Daha sonra havaya fırlatılan kemik, uzay aracına dönüşecek ve Richard Strauss´un sert notalarının yerini, bu kez Johann Strauss´un "Mavi Tuna"sı alacaktır. Daha sonra Yönetmen Peter Hyams tarafından 1984´de çekilen "2010: Odyssey Two" devam niteliğindedir. Roy Schneider, Helen Mirren ve John Lithgow bu kez daha etkin özel efektlerle buluşarak karşımıza gelirler ama öykü ilkindeki bilinmezliğini ve düşündürücülüğünü yitirir.

Filmin unutulmaz sahneleri; HAL´ın astronotların konuşmalarını dudaklarından okuması, astronot Bowman´ın HAL´ın belleğini sökerken, HAL´ın "Daisy" adlı şarkıyı söylemesi ve finaldaki "2001´in Yıldız Çocuğu"dur.

Anektod:
Astronot Bowman; "Dış kapıyı aç HAL", HAL; "Üzgünüm Dave, bunu yapamam."
 
ABYSS -1989: Yönetmen: James Cameron. Başrollerde Ed Harris, Mary E. Mastrantonio, Michael Biehn vardı. Bir su altı miti, dünyadışı zeki canlılar yaklaşımının yerinde bu kez su altı zeki canlılar yaklaşımı getirilmiş. Görsel ve özel efektler olağanüstü.
 
Filmin unutulmaz sahneleri; Deniz suyu animasyonu ile yapılan "Morph" yani değişim sahnesi; su insan yüzüne dönüşüyordu. Bu teknik sonraki yıllarda "Terminator II"de kullanılan tekniğin ilk denemesiydi. "Titanik"in iddialı yönetmeni Cameron, aynı bilgisayar tekniği ile sanal likit-yaratıklara ulaştı.
 
ADDAMS AİLESİ "Addams Family"-1991-1993:
Filmin unutulmaz sahneleri; Genellikle Addams Ailesi´nin iki çocuğunun iyi ve normal olan herşeyden hoşlanmamaları ve Raoul Julia ile Angelica Huston´un unutulmaz dans sahnesi.


ALTERED STATES-1980: Ken Russell´ın yönettiği filmde, William Hurt, Blair Brown, Bob Balaban ve Drew Barrymore oynadılar. Hurt, düşünce alanlarını aşarak, ilkel insan güdülerini ve oradan da Yaradılış´ı arayan bir bilim adamıydı. Filmde X-Işını tekniği kullanıldı. Paddy Chayefsky´nin romanından alınan film, fazla beğendirme çabasına girmeden bilimin sınırlarını zorlama fikrinin üzerine kuruldu.

Filmin unutulmaz sahneleri; Hurt´ün maymun-insana dönüşmesi ve finale doğru Hurt ile Brown Adem ile Havva´yı simgelemeleri.

AY´DA İLK İNSAN "First Man in Moon"-1964: Yönetmen; Nathan Juran. Martha Hyer, Edward Judd ve Lionel Jeffries oynadılar. Bilim kurgu sinemasının mükemmel örneklerinden. Büyük usta H. G. Wells´in romanından uyarlama. Günümüz efektlerinin yanında çok sıradan kalıyor gibi görünse de, filmin unutulmaz Ray Harryhausen efektlerini içerdiği anımsanmalı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Selenitler yani Ay yüzeyinin altında yaşayan canlılar. Bir de Ay aracının içinin, 1902´deki ünlü "Ay´a Seyahat" filmine gönderme yapması.

BALIKÇI KRAL "The Fisher King"-1991: Terry Gilliam yönetti. Robin Williams´ın karşısında, Jeff Bridges, Amanda Plummer ve Mercedes Ruehl vardı. Ruehl, bu rolü ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar´ını kazandı. Komik ama üzücü, alışılmadık ama çekici bir öykü anlatıyordu. Bir sokak serserisinin, doğaötesi algılarını sergilerken, materyalist dünyaya yapılan göndermeler, Williams´ın performansı sayesinde dikkat çekiciydi.

Filmin unutulmaz sahneleri; Dörtlünün yemek sahnesi ve Central Park´daki gece...

BATMAN

Batman-1989: Bob Kane´in ünlü çizgi romanı daha önce 1966´da perdeye aktarılmıştı. Ama Tim Burton´un yönettiği ilk Batman, en iyisidir. Jack Nicholson´un unutulmaz "Joker"i, Kim Basinger, Jack Palance, Billy Dee Williams gibi oyuncular ve Michael Keaton´un severek bütünleştiği Batman´le birleşince sonuç başarılı oldu. Oluşturulan Gotham City, (New York´un karanlık yüzüdür), ışık ve gölge oyunlarının başarılı bir sonucuydu. Batman, çizgi romandaki kişiliğinin dışında (Süpermen gibi) sinema gereği aşk ve seksle buluşunca, daha canlandı ve insanlaştı. Dizinin en iyi filmiydi.

Filmin unutulmaz sahneleri; Batman´in ilk ortaya çıkışı. Hırsız sorar; "Sen kimsin?", Yarasa Adam cevap verir; "Ben Batman´im"

Batman Returns-1992: İlk filmin başarısı üzerine yapılan ikinci filmi yine Tim Burton yönetti. Batman´ı yine Michael Keaton canlandırıyordu; bu kez karşısında "Penguen" Danny DeVito, "Kedikız" Michelle Pfeiffer, Christopher Walken vardı. Bu öykü öncekinden daha kötü, mide bulandırıcı ve kısırdır. Gotham City´e dadanan bu defaki kötülük simgesi Penguen, megalomanyak Schreck (Walken) ile birleşir ve işi çözmek yine Batman´a düşer. Batman bu arada ezeli düşmanı Kedikız´la da karşılaşır ama sevişmekten de geri durmaz. Öykünün kötülüğü, oyuncularının performansı ile biraz olsun kurtarılmıştı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Yok.

Batman Forever- 1995: Üç yıl sonra Batman yine geri geldi. Bu kez filmin yönetmeni Joel Schumacher´di. Keaton´un yerine Batman´i Val Kilmer oynuyordu. Cast yine mükemmeldi; Jim Carrey, Tommy Lee Jones, Chris O´Donnell ve Nicole Kidman. Carrey´in "Riddler" tiplemesi ile Jones´un "İki Yüzlü" tiplemesi kötülüğü kara mizahla bütünleştirirken, altı yıl evvel Nicholson´un tek başına yaptığını anımsattılar. O´Donnell´in canlandırdığı "Robin"in ortaya çıkmasıyla, Batman çizgi romandaki gücüne bu filmde kavuştu.

Filmin unutulmaz karakteri; Seksi psikolog Kidman

Batman and Robin-1996: BEŞİNCİ ELEMENT "The Fifth Element"- 1996: Avrupa sinemasının ustalarından Luc Besson´un yeni bilim kurgu denemesi, güçlü oyuncu kadrosuna rağmen, sonuçta tam anlamıyla bir kaosa neden oldu. "Beşinci Element", Bruce Willis ve Gary Oldman bir pop-art şöleninin içinde boğuldular. Film aslında eğlenceli, parlak ve kesin çizgili. Herşeye rağmen Besson´un bilim kurgu gözünü, sıradışı set dizaynına ve özel efekt karmaşasına rağmen fark edebiliyorsunuz. Sinema deneyimi hemen hemen hiç olan Leelo rolündeki Milla Jovovich, filmin önemli bir handikapı. Willis, geleneksel manik kişiliğinde. Öyküde uzaylılara ait bir silah var ama çalışması için beş element gerekiyor. Filmde kötülüğü simgeleyen Zorg (Oldman) ile taksi şöförü Korben Dallas´ın (Willis) arasındaki komik ve acımasız yaşamsal savaşı izliyorsunuz. Olaylar tantanalı bir 17. Yüzyıl Fransız sarayına benzer bir yerde geçiyor, yumruk kavgaları, uzaylılar, patlayan silahlar, aryalar, havaya uçan uzay gemileri ve bitimsiz peşpeşe gelen mizah. İşte "Beşinci Element" bu. Sonuçta, film bir "cult" klasik olarak kalacak.

Filmin unutulmaz sahneleri; New York çıldırtıcı trafiğini havada izlemek ve Dallas´ın; "Ne nedir? Kötü, çok kötü, hiçlik, ateş yok, enerji yok, hiçbirşey yok. Sana bunları göstermek istiyorum..." sözü.

BIÇAK SIRTI "Blade Runner"- 1982: Bir Ridley Scott klasiği. En iyi bilim kurgu filmlerinden. Öykü, Philip K. Dick´in" Do Androids Dream of Electric Sheep?" adlı romanından alınma, "Blade Runner" adı başka bir yazarın alakasız romanından alındı. Müzik Vangelis´indi. Harrison Ford, Rutger Hauer, Sean Penn, Daryl Hannah ve Edward J. Olmos oynadılar. Filmde Ford, 21. Yüzyıl´ın çoğunluğu yakılıp yıkılmış Los Angeles´ında işi dünyaya gelen asi robot-insanları "Androidler" yakalamak ve imha etmekle görevli eski birpolisi canlandırıyor. Filmin iki versiyonu yapıldı, 1993´de yayınlanan ikincisinde yönetmenin yeni kurgusu sonucunda, filmin sonu değişti. "Blade Runner" geleceğin karanlık, kirli ve ölümcül havasını sergiliyor ve uyarıyor. Bazılarına göre en iyi bilimkurgu filmidir, seyirci Ford´u izlerken Indiana Jones ile Han Solo "Star Wars" karışımı bir tiplemede geleceğin Harrison Ford´unu algılar. Trajik öykünün temelinde insanlıkdışılığın acısı vardır. "Blade Runner" 1982´de Hugo Bilim Kurgu Ödülü´nü, İngiliz Film Akademisi ve Tv Sanatları Ödülü´nü kazandı. Ve aynı yıl İngiliz Film Eleştirmenleri´nin teknolojik ödülünü de aldı

Filmin unutulmaz sahneleri; Polis Deckard "Ford" ile android Rachael "Young" arasındaki duyarlı anlar ve finaldeki kovalamaca sahnesi.

BİTMEYEN ÖYKÜ I-II "Neverending Story"- 1984-1990: Avrupa sinemasının olağanüstü bir başarısı. İlk film Alman-İngiliz ortak yapımıydı, ikincisinde Almanların yanında Amerikalılar yer aldı. İlk filmi Wolfgang Petersen, ikincisini George Miller yönetti. İlk filmde, Noah Hathaway, Barret Oliver, Moses Gunn, Tami Stronach ve Patricia Hayes, ikincisinde Jonathan Brandis, Kenny Morrison, Clarissa Burt ve John Wesley Shipp oynadılar. İlk film büyüleyiciydi; mistik bir kitabı okuyan genç Oliver, öykü ile bütünleşerek boyut değiştirir, artık Fantasia İmparatorluğu´nun kurtuluş için tek umududur. Aksi halde "Hiçlik" herşeyi yok edecektir. İnanılmaz güzellikteki efektler ve karakterler izleyiciyi esir ediyor. Ama bütün bunlar ilk film için geçerli. İkinci öyküde, genç OIiver Fantasia´ya ya geri döner, Çocuk Prenses yine tehlikededir. Bu kez, öykü daha hızlı ve karmaşıktır. "Bitmeyen Öykü" veya "Hiçbitmeyen Öykü", fantastik sinemanın en iyi örneklerinden birisi olarak tanımlanabilir. Yanısıra da özel efektlerin, bilim kurgu dışında da Harryhausen´den bu yana en iyi şekilde nasıl kullanılacağını kanıtlamaktadır.

Filmin unutulmaz sahneleri; İlk filmde, Oliver´in "Hiçlik"le olan diyaloğu.

BRAZIL- 1985: Yönetmen Terry Gilliam; Cast´ı Jonathan Pyrce, Kim Greist, Robert De Niro, Ian Holm, Bob Hoskins, Ian Richardson ve Peter Vaughan oluştuyor. Film, "1984" ile "Clockwork Orange" arasında bir yerde. Geleceğin devlet terörü, en karamsar çizgide anlatılıyor. Bir memur olan Pyrce idealleri ve umutları arasında "Rüya kızı" (Greist)´na aşıktır ama sistem onun yaşamını istediği gibi yaşamasına izin vermeyecektir. Kara mizahın bu akıllı örneğinde, yapılan tek ve önemli hata kurgudaydı. Filmin ikinci yarısında temponun çok ağırlaşması izleyiciyi bıktırıyordu. "Brazil" aslında yerini bulamayan ama yadsınamayacak bir film.

Filmin unutulmaz sahneleri; Yok

BUCKAROO BANZAI "Adventures of Buckaroo Banzai Across the Eight Dimension"- 1984: Yönetmen, W. D. Richter. Oyuncular, Peter Weller, John Lithgow, Ellen Barkin, Jeff Goldblum ve Christopher Lloyd. Tam bir pulp-fiction öyküsü. Tıp adamı, fizikçi, otomobil yarışçısı, rock şarkıcısı ve hükümet ajanı olan Buckaroo Banzai´nin öyküsü anlaşılmaz ama zaman zaman da güldürücü. Filmin başarızlığına karşın, ABD´de hala ateşli Banzai´cilerin varolması şaşırtıcı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Buckaroo Banzai soruyor; "Nereye gidiyoruz?", "Gezegen 10´a", "Ne zaman?"," Kısa zamanda..."

CLASH OF THE TITANS- 1981: İngilizler´in mitolojik yaklaşımı. Desmond Davis güçlü bir oyuncu kadrosunu yönetti. Laurence Olivier, Harry Hamlin, Judi Bowker, Burgess Meredith, Maggie Smith, Clarie Bloom ve Ursula Andress oynadılar. Olivier, Olimpos´un baştanrısı Zeus´u, Hamlin ise ölümsüz oğlu Perseus´u canlandırdılar. Öykünün teması, kaderin değiştirilebileceği üzerine kuruluydu. Yunan Mitolojisi´nden alınan öykünün anlatımı uzun ve bölümler halinde olmasına karşın yeterince güçlü değildi. Özel efektler yine büyük usta Ray Harryhausen´e aitti.

Filmin unutulmaz sahneleri; Kanatlı at Pegasus´un ehlileştirilmesi ve yüzüne bakanları taşa çeviren Medusa ile Perseus´un mücadelesi.

CONAN:

Conan, The Barbarian- 1982: Robert E. Howard´ın ünlü çizgi romanının beyaz perdeye aktarılması büyük heyecan uyandırmıştı. Yönetmen, John Milius´du. Barbar Conan´ı canlandıran Arnold Schwarzenegger çok iyi bir seçimdi. Yanında Sandahl Bergman, James Earl Jones, Gerry Lopez, Mako ve Max von Sydow oynadılar. İlk filmde Conan´ın yaşamı doğumundan başlanarak anlatılıyor ve uzun bir dizinin umutları taşınıyordu. Fakat Conan ikinci filmin ötesine geçemedi, burada Arnie´nin Conan olarak yaşamak istememesinin yanısıra, çok zengin, değişken, karmaşık ve üretken konuların genellikle sinemaya zor aktarıldığı gerçeği vardı. "Cult" kahramanları peşpeşe akan öykülerde izleyenler (Fanlar), iki saatlik öykü bittiğinde hayal kırıklığına uğruyorlardı. Oysa Conan türü filmler kolay yapılamamakta ve her zaman senaristleri ve de yönetmenleri öykü seçebilme sıkıntısına sokmakta.

Conan, The Destroyer- 1984: İkinci filmde Conan (Arnie)´ın yanında, yine Mako vardı, Grace Jones ve Wilt Chamberlein eşlik ettiler. Yönetmen Richard Fleischer´dı. Conan ilk filmde annesinin ve babasının öcünü kötü yılan-insandan "Tulsa Doom" aldıktan sonra mutlu olamıyor ve film bitiyordu. İkinci film öncekinin kaldığı yeri izlemeden, çizgi romanda olduğu gibi apayrı bir yerden başlar. Conan, bir görev için kiralanır, Prenses´i yanına alarak sadece onun dokunabileceği bir güç-taşını kötü büyücünün elinden alacaktır. Taş, karanlıklar evreninden gelen dondurulmuş şeytanımsı bir varlığı uyandıracaktır. Oysa amaç başkadır. İlk filmde seyirciye daha yakın ve dertlerini paylaşan bir tip olan Conan, ikinci filmde ruhsuz bir paralı askerdir. Prenses´in sevgisine bile donuktur. Kısacası, Kimmeryalı Conan ikinci filmde ülkesi Hiberya´ya geri dönmek zorunda kalır.

Filmin unutulmaz sahneleri; İkinci filmde Grace Jones sopa kavgasındaki mükemmel estetiği. İlk filmde ise, finaldeki Doom´un orji sahneleri.

CONTACT- 1997: 1998´de verilen 1997 Oscarlar´ının içinde "Contact"ın hiçbir dalda yer almaması hala inanılacak gibi değil. Robert Zemeckis´in usta yönetimine, Jodie Foster, Matthew McConaughey, James Woods, Tom Skerrit ve John Hurt´den oluşan güçlü cast´a rağmen Akademi, "Contact"ı görmezlikten geldi. Oscar kraliçelerinden Foster´ın kadroda olması sudan bir mazeretti. Rakip film "Titanik" dahi yeterli bir özür olamadı ve de olamayacak. Akademi´nin iyi filmlerin biraraya geldiği yıllarda kullandığı bu mazeret, artık suya yazılan bir görüntü haline dönüştü, ödüllerin sayısının çokluğu bu mazereti düşürüyor. Astro-fizikçi Carl Sagan´ın tek romanından dört yılda uyarlanan filmin öyküsü iyiydi, belki özel efektlerin az kullanılması günümüz alışkanlığının dışına çıkıyordu ama Foster´ın canladırdığı astronom Arroway kişiliği "Mesaj"ı yeterince veriyordu. "Contact", insanlığın dünyadışı zeka ile karşılaşma olasılığını en bilimsel düzeyde tarif eden bir film, bilim kurgunun bilime yenik düştüğü film de denebilir. Öyküde yer alan inanç tartışmaları belki uzun olarak düşünülebilirse de, romanın okunmasıyla "mesaj" gücünü ve etkisini katlayarak gösteriyor. "Contact" "Blade Runner" gibi klasik bilim kurgu sinemasında kesinlikle yerine alacak. Aynı kader "2001"in başına da gelmişti ama zaman zaman sinemanın sanat olduğunu da anımsamak ve anımsatmak gerekiyor.

Filmin unutulmaz sahneleri; Muhteşem jenerik; işi daha baştan alıp götürüyor.

ÇİZGİ ÖTESİ "Flatliners"- 1990: Tıbbi, parapsikolojik ve fütüristik bir arayış. Yönetmen Joel Schumacher. Cast´ı Kiefer Sutherland, Julia Roberts, Kevin Bacon, William Baldwin ve Oliver Platt oluşturuyorlar. Sınıflamalarda doğadışı-drama olarak yer alan filmin öyküsü, ölüm ötesi deneylerle ilgili, yanısıra da bilinçaltı korkuları ve vicdani koşullanmalar karakteristik saptamalarla şekillendirilmiş. Filmin belki tek hatası, bir korku filmi ortamının yaratılarak çekilmesinde. Kameranın ve efektlerin yetersizliği, öykünün derinliğinin anlaşılmasını engelliyor. "Flatliners" Bilim Kurgu ile Korku sinemalarında yani iki arada bir derede kalarak, video kulüplerin raflarında yerini alacak.

Filmin unutulmaz sahneleri; Yok.

DAĞLI: Highlander-1986: Bir "cult" film ve kahraman daha. Devamlılık hırsı olmasa daha iyi olacak denilen dizi filmlerden. İlk filmi Russell Mulcahy yönetti. Christopher Lambert, burada doğdu denebilir. Yanında Sean Connery gibi bir dev vardı. Roxanne Hart, Clancy Brown eşlik ettiler. "Highlander" bir ölümsüzlük öyküsüdür. 16. Yüzyıl´da İskoçya´da başlar, günümüze ulaşır, sonraki bölümlerde ise geleceğe gider. Lambert´in başarısında, öyküde olduğu gibi Connery´nin etkisi büyüktür. Ölümsüz Macleod´un "Lambert" dramı etkindir, sevdiği kadınları peşpeşe yitirmek onun kaderidir. Ama öteki ölümsüz Ramirez ´Connery" deneyimini, genç ölümsüze aktarır. Zaten üçüncü filmde Connery´nin yokluğu çok belirginder. Her üç filmde de, "Elm Sokağı" kabusu ile "Karın Deşen Jack" arasında gidip gelen sahneler vardır.

Highlander II "The Quickening"- 1991: Yine aynı yönetmen yönetti, Connery ve Lambert´in yanında Virginia Madsen, Michael Ironside vardı. Macleod dünyayı örten bir güç alanından kurtarmaya çalışır. Ve tabii geçmişten gelen ve yeni dünyaya alayla bakan Ramirez yine yanındadır. Ama bu filmde Connery donuktur ve sonunda da ölerek "Highlander"dan kurtulur.

Highlander III "The Final Dimension"- 1994: Yönetmen Andy Morahan. Mario Van Peebles ve Deborah Unger ve Mako Lambert´in yeni rol arkadaşlarıydılar. Bu kez ki adıyla ölümsüz Conor McCloud, geçmişten gelen Moğol Büyücü Cane "Peebles" ile günümüz New York´unda boğuşur. Dizinin bu filmle artık sıktığı düşünülmesine karşın, şu sıralarda yeni bir "Highlander" çekiliyor. Böylece ölümsüzlüğün perde ötesinde de kanıtlandığını anlıyoruz.

Filmin unutulmaz sahneleri; "Asla soğukkanlılığını yitirme, eğer başını kaybedersen o zaman herşey biter." (Ramirez)

DEAD AGAIN- 1991: Yönetmen Kenneth Branagh, aynı zamanda da başrolde, diğer oyuncular Andy Garcia, Derek Jacobi, Hanna Schygulla, Emma Thompson, Campbell Scott ve Robin Williams. Çok tartışılan bu filmin türü de belirsiz; aslında bir "film noir"; öyküde "amnesia" olan yani geçmişini ve kimliğini unutan bir kadın var. onun çevresinde oluşan entrikalar, arada bir reenkarnasyon göndermeleri ve kırk yaşlarında bir katil. Filmin en eğlenceli yanı, Branagh´ın bir Amerikalı gibi oynadığını görmek. Öykünün ağır ritmi, yoğunluğu yapaylığı seyirciyi yoruyor. Robin Williams filmde bir görünüp, kayboluyor. İşin aslına bakarsanız, İngiliz sinamasının ağır toplarının bu filmde ne aradıklarını merak etmemek elde değil, galiba her türün özgün ülkesi var. Geçmiştekilere göre günümüz İngilizleri daha bir "Remains of the Day" durumundalar.

Filmin unutulmaz sahneleri; Andy Garcia´nın makyajı.

DR. STRANGELOVE "Dr. Strangelove Or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb"- 1964: İşte bir başyapıt. Yönetmen, Stanley Kubrick. Peter Sellers, George C. Scott, Sterling Hayden, Slim Pİckens, Keenan Wynn ve James Earl Jones oynuyorlar. Filmin açılış sahnesinde, bir jet uçağının seks yaparcasına havada yakıt aldığı görülür. General Jack Ripper (Karındeşen Jack?) "Hayden", saçmalarken, Başkan Muffley "Sellers" Sovyet Başbakanı ile kırmızı hatta konuşmaktadır. Bu arada, fanatik General Buck "Scott" Rusya´ya bir atom bombası yollar. Derken ortaya bir bilim adamı olan Dr. Strangelove çıkar ve işler iyice karışır. Mükkemel bir kara mizah nehri peşpeşe akarken, Sellers üç ayrı rolde görülür; Başkan´ın yanısıra, İngiliz ateşeyi ve Dr. Strangelove´ı da canlandırır. Kurtarıcı Doktor´un Nazi selamı vermesi mizahın bardağını taşırır, ardından Kumandan King Kong´un "Pickens" nükleer bombanın üzerine binerek, rodeo şovu yapması unutulamayacak bir görüntü oluşturur. Film bilim kurgu sinemasının en iyi örneklerinden olması dışında, komedi sinemasında da yerini alır. Siyah beyaz film tekniğinin çok iyi kullanılması ve olağanüstü oyuncu kadrosu başarıyı katlar. Filmin değeri her geçen gün, daha iyi anlaşılmaktadır.

Filmin unutulmaz sahneleri; Sellers´in Sovyet Başbakanı ile yaptığı görüşme sahnesi.

DR. WHO AND THE DALEKS-1973: İngilizler´in ünlü "Cult" kahramanı. Dr. Who aslında İngilizler tarafından çok sevilen bir tv dizisidir. Sinema versiyonunu Gordon Fleming yönetti. Peter Cushing, Dr. Who´yu oynarken, yanında Roy Castle, Jennie Linden ve Roberta Tovey yer aldılar. Dr. Who, "Tardis" adlı zaman aracıyla zaman içinde ve boyutlar arasında yolculuklar yapar. Dr. Who, ezeli düşmanları olan Dalekler´le bu kez perdede savaşır. Sıradan ama popülaritesi yüksek olduğu için ilgi çeken bir düzeydi.

Filmin unutulmaz sahneleri; Filmin sonu; Doktor, Jo Grant´a "Allahaısmarladık" der ve Zaman Aracı her zamanki gibi kaybolacağına günbatımına doğru uzaklaşır.

DRACULA "Bram Stoker´s Dracula"- 1992: Francis Ford Coppola´nın Drakula başyapıtı. Görkemli oyuncu kadrosu, başarılı özel efektler ve akıllı bir senaryo. Gary Oldman, Winona Ryder, Anthony Hopkins, Keanu Reeves, Richard Grant, Cary Elwes oynadılar. Drakula, tüm zamanların film öyküsü, Bela Lugosi, Christopher Lee ve Peter Cushing gibi korku sineması ustaları birçok kez ölümsüz vampiri canlandırdılar. Drakula´nın Coppola versiyonu, konunun kurgulanması ve efektlerin özelliği nedeniyle korku sinemasının ötesine geçmekte ve fantastik sinema ile buluşmaktadır. Film, 15. Yüzyıl´da Romanya´da başlar ve Victoria dönemi İngiltere´sinde devam eder. Coppola, seksi, ince ama günah dolu bir yorumla Drakula´ya yaklaşmış. Vampirin aşık olması daha doğrusu aşkın ölümsüzlüğü fikri, vampirlerin ölümsüzlüğünün önüne çıkarılmış. Muhteşem bir kamera ve çok etkin bir müzik. Film, o yol üç Oscar kazandı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Filmin finalinde, Drakula´nın "Kurtar beni" dediği sahne, Victoria dönemi Londra´sı ve üç dişi vampirin, Reeves´i baştan çıkarmaya çalıştıkları yatak sahnesi.

DUNE- 1984: Epik bilim kurgu klasiği. Yönetmen David Lynch; Cast, Kyle MacLachlan, Francesca Annis, Brad Dourif, Jose Ferrer, Linda Hunt, Freddie Jones, Richard Jordan, Silvana Mangano, Sting, Dean Stockwell, Max von Sydow, Patrick Stewart ve Sean Young´dan oluşuyor. "Dune" Frank Herbert´in ünlü romanından uyarlandı. Senaryo olağanüstü fakat film başlarken düşüyor (Bir sunucu uzun uzun naklen yayın yapar gibi birşeyler anlatıyor.), mükemmel oyuncu kadrosu nedense neşesiz ve etkisiz. Filmin uzunluğu ise bir diğer negatif unsur, 140 dakikalık sinema versiyonu daha sonra 190 dakikaya çıkarıldı. "Dune" bir Mesih öyküsü, yer bir çöl gezegeni olan Dune "Arrakis", zaman 10.991 yılı, Dük Leto Atreides ile Harkonnen adlı düşmanları arasında geçen mücadele film içinde yayılıyor. Öte yanda olayları provake eden İmparator Shaddam IV ve Bene Gesserit Rahibeleri Tarikatı var. Kısacası öykü bir güç kavgası öyküsü; ödül ise evrenin en değerli maddesi olan yaşam verici "spice" yani baharat. Dük´ün oğlu Paul "Muad´Dib" Atreides, gezegenin yerlileri olan Framenler ile birleşerek, özel bir ritüel geçirir ve "Uyanış"a geçer. Bundan sonrası, Mesih´in ulusunu kurtarışı ve evrensel misyonu yönlendirmesidir. Herşeye karşın "Dune", bir bilim kurgu klasiğidir çünkü kitabı tüm zamanların en iyi on eserinden birisi olarak kabul edilir.

Filmin unutulmaz sahneleri; Paul (MacLachlan); "Korkmamalıyım, korku düşüncenin katilidir." ve Chani (Young) "Baba, baba, uyuyan uyanıyor.". Ayrıca, Paul´un Framenlar´e yaptığı konuşmanın tümü.

DÜNYALAR SAVAŞI "War of the Worlds"- 1953: Yönetmen Byron Haskin, Gene Barry, Les Tremayne, Ann Robinson ve Henry Brandon oynuyorlar. Fondaki anlatıcının sesi, Sir Cedric Hardwicke´e ait. H. G. Wells´in ölümsüz romanı bir kez beyaz perdeye aktarıldı. Yakın zamanda birisinin aklına gelecek ve güncel efektlerle perdeye getirilecek. Marslılar´ın dünyayı işgalini anlatan roman, filme çok canlı ve korkutucu bir şekilde aktarılmış. Ses kaydı etkin ve başarılı. George Pal´ın yapımı olan "The War of the Worlds" iki Oscar kazanmıştı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Los Angeles´in yanış sahnesi (Romanda yanan kent Londra´dır) ve Marslılar´ın yeşil renkli araçları.

EARTH VS. FLYING SAUCERS- 1956: Yönetmen Fred F. Sears. Hugh Marlowe, Joan Taylor, Donald Curtis ve Morris Ankrum oynadılar. Ray Harryhausen´in baş yapıtlarından. Klasik bilim kurgu sinemasında önemli bir yeri olan bu film, aslında zayıf bir öykünün sinemaya çekinilerek aktarılmasıdır. Ama bilim kurgu sinemasının başlangıç noktasını oluşturan filmlerden olması nedeniyle de önemlidir.

Filmin unutulmaz sahneleri; Teneke kaplı uzaylının, dünyalılara; "Barış içinde teslim olun." demesi.

E.T. "E.T. The Extra-terrestrial"- 1982: Yönetmen, Steven Spielberg. Dee Wallace, Henry Thomas, Peter Coyote, Drew Barrymore oynadılar. E.T. tüm zamanların en çok kazanan ve beğenilen film listelerinde daima ilk üçte yer aldı. On yaşında bir erkek çocuğu, dünyada unutulan bir uzaylı ile arkadaş olur. İlişki, sıcak, sevgi dolu, günahsız, çocukça ve cesaret doludur. Öykü Disney´vari bir "kayıp çocuk" öyküsüdür ama uzaylılar ve özel efektler filmin düzeyini yükseltir. Bir diğer dikkat çekici yön ise, filmde hiçbir şiddet sahnesinin bulunmaması ve mizahi bir dille sevginin ve paylaşmanın yüceltilmesidir. E.T.´nin şanssızlığı Oscar´a "Gandhi" gibi bir filmle başbaşa kalmasıydı. Film, Spielberg´i doruğa çıkaran film olarak da tanımlanıyor.

Filmin unutulmaz sahneleri; "E.T. phone home" sözcüğü bir slogan haline geldi. Ayrıca E.T´nin ve çocukların kaçış bölümündeki bisikletle göğe yükselme sahnesi ve E.T.´nin filmin sonundaki çocuklara vedası...

EXCALIBUR- 1981: John Boorman yönetti. Nicol Williamson, Nigel Terry, Nicholas Clay, Corin Redgrave, Patrick Stewart, Liam Neeson oynadılar. İngiliz miti "Kral Arthur"dan yola çıkan film, çarpıcı ama heyecan verici değil. Klasik öykünün bu seferki sinema anlatımı tipik İngiliz stilinde ve yerini bulmuş denilebilir. Yanlız önemli bir handikapı var; sadece sinema perdesinde seyredilebiliyor, tv ekranlarında sıkıcı ve kasvetli bir havaya bürünüyor.

Filmin unutulmaz sahneleri; Yok.

FAHRENHEIT 451- 1967: Bir François Truffaut klasiği. Ray Bradbury´nin ünlü romanından uyarlama. Julie Christie, Oscar Werner, Cyril Cusack, Anton Diffring ve Mark Lester oynadılar. Avrupa sinemasının önemli bilim kurgu deneyimlerinden. Öykü, geleceğin dünyasını anlatır. Okumak yasaklanmıştır, herşey devletin yönettiği ve gerekli gördüğü şekilde duvar boyu tv ekranlarından aktarılır, zaman zaman Orwell´un "1984"ünü, "Brazil"i ve hatta günümüzün gerçek dünyasını anlatır. Truffaut´nun tek İngilizce yapıtı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Kitapların yakılma sahneleri.

FANTASTİK YOLCULUK "Fantastic Voyage"- 1966: Bilim kurgunun büyük ustası Isaac Asimov´un romanından alınma. Yönetmen, Richard Fleischer. Stephen Boyd, Raquel Welch, Edmond O´Brien, Donald Pleasence, Arthur Kennedy ve James Brolin oynadılar. Öykünün en çarpıcı yönü ya da Asimov´un dahiyane buluşu, beyninde oluşan bir kan pıhtısı nedeniyle komaya giren çok önemli bir bilim adamının kan damarlarına, akyuvar boyutuna indirilerek küçültülmüş bir aracın sokulmasıdır. İçindeki beş kişi ile beraber, araç kan damarlarından geçecek ve beyindeki pıhtıya ulaşarak laserle yok edecektir. Film, bu öykü çizgisinde devam ederken, aşk ve entrika ile beraber sürer. İki Oscar alan filmin özelliği, geniş sinemaskop perdede seyredilme zorunluluğudur.

Filmin unutulmaz sahneleri; Kan damarlarının ve bazı organların içini gösteren özel efekt sahneleri.

GALAKTİKA "Battlestar Galactica"-1979: Yönetmen Richard A. Colla. Kadro malum, tv dizisinde olduğu gibi, Lorne Greene, Richard Hatch, Dirk Benedict, Ray Milland, Patrick Macnee, Jane Seymour ve Lew Ayres oynadılar. Film, tv dizisinin ilk ve beşinci bölümlerinden oluşturuldu. Greene, "Cylonlular" tarafından işgale uğrayıp, yokedilen dünyalılardan kalanları, yaşayabilecekleri yeni bir gezegene götürmeye çalışan uzay filosunun kaptanıdır. John Dykstra´nın özel efektleri görülmeye değer ama yine de tv dizisinin doyumunu yaşamak mümkün olamadı.

Filmin unutulmaz sahneleri; Elbette ki, Cylonlular ve çıkardıkları sesler.

TUHAF GÜNLER "Strange Days"- 1995: Yönetmen, Kathryn Bigelow, oyuncular Ralph Fiennes, Angela Bassett, Tom Sizemore, Juliette Lewis. Öykünün yazarlarından birisi de James Cameron. Film 31 Aralık 1999´da geçiyor, bin ve yüz yılın son anlarında insanlar nefeslerini tutarak, dakikaları sayıyorlar. Bu dünyanın son anı mı, yoksa yeni bir başlangıcın ilk anı mı? Bu özel ana doğru gidilirken, Polis Lenny (Fiennes), acımasız ve kaotik kentin derinliklerinde kendisini belanın içinde bulur, paronoid bir labirentin içindedir, aldatılır ve katil olur. Olaylar hızla gelişirken, izleyici Lenny´nin kişiliğinde ölen ve yeniden doğan bin yılı yaşar. Millenium (Bin Yıl) doğarken Lenny artık iyi olmalıdır ama yokolması ve geride kalan bin yılın karanlığında kalması gereken bir Lenny daha vardır. Filmin kısa öyküsü bu; Juliette Lewis´in başarılı oyunu görmeye değer.

Filmin unutulmaz sahneleri; Lenny ile şöför-koruma Bassett´in final sahnesi.

GELECEĞE DÖNÜŞ ÜÇLEMESİ: Her üç filmi de Robert Zemeckis yönetti.

Back to the Future I- 1985: Michael J. Fox, Christopher Lloyd Crispin Glover, Lea Thompson, Thomas F. Wilson, Wendie Joe Sperber, Marc McClure, Claudia Wells oynadıl

Türkiye´de Bilim Kurgu

 

Bilim Kurgu Sahafı

Bülent Kısa

Türkiye´de Bilim Kurgu

Türkiye´de bilim Kurgu edebiyatı zannedilenden çok daha eski yıllarda başlamıştır. Tabii bu türün ilk örnekleri çizgi roman türündeydi. İnsanlarımızın tanıdığı, bizim bildiğimiz ilk bilim Kurgu kahramanı, Flash Gordon´dur. Gordon ilk başlarda o zamanlar yapılan bir filmle tanındı fakat Gordon ismini taşımıyordu. Türkiye´de Gordon yeniden vaftiz edilmiş ve Baytekin ismini almıştı. Bir film, bir, iki çizgi roman örneği ve işte hepsi bu kadar. O dönemlerde insanlar Bilim Kurgu´yu ciddiye almıyor, çocuklara özgü bir edebiyat türü olarak görüyorlardı. O yıllarda uzaya, uzaylılara inanmak bir yana bu tür edebiyat ve filmlere meraklı olmak bile ciddiyetsiz bir tutum olarak görülüyordu. İnsanlar bu tür bir filme isteyerek gittiklerini itiraf etmekten korkuyor, film hakkında fikir soranlara da "Saçma" kelimesi ile cevap veriyorlardı. Bu tutum yaklaşık olarak yetmişli yıllara kadar sürmüştür. Her nedense saçma olarak nitelendirilen bu filmler o kadar çok para kazandılar ki sık sık ithal edilir oldular. Komik bir durumdu bu. Herkes saçma buluyor, herkes çocukça şeyler diyor fakat film ve kitapların sayısı da günden güne artıyordu. Gordon, daha doğrusu Baytekin´in Türkiye´ye yaptığı turistik gezi 1950´lerin ilk yarısıdır, bundan birkaç yıl sonra, 1955´te ilk ciddi Bilim Kurgu roman dizisi karşımıza çıktı. Çağlayan Yayınevi on kitaplık bir seri yayınladı, diziye "Yeni Dünyalarda" adı verilmişti. Dönemin parası ile, aslında ucuz sayılmayan bir fiyata, 1 Liraya satılıyorlardı. Şimdi ise bu kitaplardan birini eline geçirebilen bir sahaf, bunların tanesini üç, dört milyon´dan aşağıya kesinlikle vermemekte. İki ay kadar önce, İstanbul, Beyoğlu´ndaki Atlas sineması pasajındaki bir kitapçı bu serinin ikinci kitabı olan "Seyyareler Çarpışıyor" (Gezegenler Savaşıyor) ismindeki kitap için beş milyon civarında bir fiyat istemişti. Bir çok okuyucumuz piyasadaki bilim Kurgu romanlarına bakarak Türkiye´de bu türde çok fazla sayıda kitap yayınlandığını zannedebilir. Aslında başlangıçta, çocuk kitapları da dahil olmak üzere Türkiye´de sadece 210 civarında Bilim Kurgu kitabı yayınlanmıştır. Pek ihtimal vermiyoruz fakat bir iki tanesinin de gözümüzden kaçtığını düşünelim. Haydi olsun ikiyüzelli kitap. Bu sayı bilinen ilk örneklerin basıldığı 1955´ten 90´lara kadar Türkiye´de basılan Bilim Kurgu kitaplarının sayısıdır. Amerika Birleşik Devletlerinde yılda kaç bilim Kurgu kitabı basıldığını tam olarak söylemek kolay değildir. Eski Sovyetler Birliğinde yılda en az dört, beşyüz kitap basılırdı. Son yıllardaki durumu bilmiyoruz fakat bu sayının artmış olması gerekiyor. Avrupa´da basılan kitapların büyük bir kısmı da Bilim Kurgu türündedir. Bizim gibi geri kalmış ülkelerde ise Bilim Kurgu kitabı ya basılmaz ya da yılda birkaç tane basılır. Bu bizce bir ülkenin insanlarının cehaletini, kafasının çalışma şeklini, hayal gücünü, bilimsel düşünebilme yetisini ve hatta size tuhaf görünebilir ama sosyal yapısını ve hatta hümanizma gibi vasıflarını en açık gösteren ölçülerden biridir.

Zavallı Yıldırım Kaptan Çağlayan Yayınevi´nin "Yeni Dünyalarda" serisinden sonra uzun süre Bilim Kurgu hakkında bir şey basılmadı. Halbuki bu kitaplar o günün ölçüleri ile çok iyi satmışlardı. Buna karşılık çocuk kitap ve dergileri, Bilim Kurgu^ya, çizgi roman seviyesinde destek veriyorlardı. Mesela 1957-60 (?) arasında Türkiye Yayınevi tarafından çıkartılan "Çocuk Haftası" isimli derginin ortasında sekiz sayfalık bir renkli çizgi romanı devamlı olarak verilirken, sık sık da resimsiz uzun veya kısa Bilim Kurgu hikayeleri yayınlanıyordu. Çocuk Haftasında yayınlanan çizgi roman "Yıldırım Kaptan" ismiyle verilmişti. Yıldırım Kaptan, arkadaşı yaşlı bilim adamı Dr. Hunter ve birlikte dolaştıkları robot Dr. Klang (Bu robotu Star Wars´un R2D2´sunun prototipi olarak düşünebilirsiniz) bir sürü macera yaşıyorlardı. Bu çizgi roman, hatırlayanlar tarafından hala hasretle anılır çünkü bu türün o zamanki meraklılarına çöldeki bir bardak serin su gibi geliyordu. Daha sonra anlaşıldı ki, Yıldırım Kaptan´ın bazı açıkgöz meraklıları da varmış. Bundan on yıl kadar önce, Zagor, Mandrake, Kızıl Maske gibi çizgi romanların çok sattığı dönemde bir yerli çizgi roman ortaya çıktı. "Kaptan Venüs". Kaptan Venüs´ın açıkgöz ve yaratıcı çizeri Yıldırım Kaptanları almış, bütün macera ve resimleri aynen kullanmış, sadece Yıldırım Kaptan tipini değiştirip bir kadını, Kaptan Venüs yapmıştı. Tabii bu sözde eserini kendi imzası ile satmıştı. Kaptan Venüs de öyle uzayda sürünüp, maceralar yaşamasına gerek olmayan seksi bir tipti. Dünyanın herhangi bir yerinde manken olarak milyonlar kazanabilirdi. Kaptan Venüs´ı gençler yuttu fakat Yıldırım Kaptan´ı tanıyan kişileri de onun böyle yozlaşması ya da cinsiyet ameliyatına arzusu hilafına uğraması üzdü. Orijinalitesini hiç bozmadan Yıldırım Kaptan aynen yayınlansaydı daha iyi olmaz mıydı?

Çağlayan Dizisi Şimdi gelelim Çağlayan Yayınevi´nin dizisine. Türkiye´deki Bilim Kurgunun ilk ciddi örneği olan bu seri, bu yazımızın konusudur. Aşağıda onların tam listesini bulabilirsiniz. Bu seriyi size tanıtırken üzüldüğümüz iki şey var. Bunlardan birincisi, söz konusu kitaplar yaklaşık olarak 40 yıldan beri elimizde. Onları ilk alındıkları zaman aklı evvellik edip, bir arada ciltlettik ve tabii bu arada da orijinal kapaklar düşüncesizce atıldı. Aslında herbiri o devrin anlayışına göre çok güzel olan bu kapaklar kitapların yurt dışındaki baskılarındaki orijinal kapaklardı herhalde. İşte bu kapakların resimlerini yayınlayamamak bizi üzüyor. ikinci üzüntümüz ise bu kitapların hiç birisinin yazarının ve orijinal isminin kitaplarda belli olmaması veya yazılmamasıdır. O zamanlar yayınevleri böyle şeylere önem vermezlerdi. Bazılarının yazarlarını ve orijinal isimlerini yıllar sonra tesadüfen bulabildik. Mesela Mavi Ölüm isimli kitap aslında Isaac Asimov´undur.

1. Merihten Saldıranlar "The Puppet Masters" - Robert Heinlein Bu kitabın konusu Merih, yani şimdiki ismiyle Mars´tan dünyaya saldıran solucan ya da sosis benzeri, 20-30 santimlik, yaratıklardır. Kitapta "Parazitler" ismiyle anlatılan bu yaratıklar insanların sırtına yapışıp, onları kontrol eder, insanların ağzından konuşurlar. CIA´in gelecekteki benzeri olan bir kuruluş ve James Bond´un proto tipi bir ajan, uçan arabalarla dolaşıp, parazitlerle ve onların kontrolındeki insanlarla savaşır. Parazitler görünmeden insanları ele geçiremesin diye bütün dünya çırıl çıplak dolaşmaktadır. Burada biraz hafife alınarak anlatılmış gibi gelebilir fakat gerek bu kitap gerek diğerleri türlerinin o zamana göre iyinin de ötesinde örnekleridir. Merihten Saldıranlar günümüzde bile büyük bir zevkle okunabilecek düzeydedir.

2. Seyyareler Çarpışıyor "The King of the Stars" - Edmond Hamilton Con Gordon (çeviride böyle yazıyor yani John Gordon yazmıyor) isimli bir dünyalı uykuya dalma durumlarında beyninin içinde bir ses duymaktadır. Bu ses binlerce yıl sonrasından gelen, galaksi prensi Zart Arn´ın sesidir. Zart Arn, tarihi incelemeler için Con Gordon´la zihin değişimi yapar. Zart Arn´ın zihni Con Gordon´un bedenine ve geçmişe geçerken, Con Gordon´un zihni de Zart Arn´ın bedenine ve geleceğe geçer. Con Gordon´u herkes prens sanmaktadır. Gordon çeşitli siyasal karışıklıklar yaşar. Zart Arn adına aşık olur hatta evlenir. Bir Galaksi imparatorluğu ve ona isyan eden Bulut isimli nebulanın sakinleri savaşırlar. Kitabın baş konusu da uzayın kendisini yok eden "Disriptör" isimli esrarengiz silahtır. Bu kitabın bir de devamının olduğunu yıllar sonra öğrendik ama Türkiye´de tabii ki yayınlanmadı.

3. İntikam Roketi Dünya´yı ziyaret eden UFO´ları yakalamak ve belirleyebilmek için çok hızlı bir roket yapılır. Roketin pilotu UFO´lara yakalanır ve başka bir yıldız sistemine götürülüp, uzay savaşlarına katılır. Bu kitabın odak noktası da "Disinter" isimli dünya yapısı bir silahtır. Kitap, serideki Bilim Kurgu ruhundan uzak olan kitaplardan biridir. Konunun uzayda geçmesi haricinde bir kovboy, kızılderili itişmesidir fakat gene de okumaya değer.

4. Kainat Fatihi "The Currents of Space" - Isaac Asimov Kört ismi verilen bir madde sadece Mars gezeginde yetişmektedir. Kört çok pahalı bir maddedir. Yerine göre ipek, yerine göre katı bir maddedir. Mars gezegeni ise Satürn´lülerin sömürgesidir. Kimsenin bilmediği şey Mars´ın yakında patlayacağıdır. Bunu anlayan bir boşluk analizcisi de, Marslı bir ihtilalci tarafından esir alınmış ve hafızası silinmiştir. Aslında güzel bir kitap. Bu konu geçen ay birinci kitabı yayınlanan, filmi de çok beğenilen DUNE serisini andırıyor. Belki de onun prototipidir.

5. Feza Canavarları "The Voyage of the Space Beagle" - A. E. von Vogt Feza yani Uzay Canavarları serinin en sıkıcı kitabı. Belki de dilimize özetlenerek çevrildi. Yer yer sıkıcı olabiliyor. Karşılaşılan olaylar hemen hemen hep aynı. Süper yetenekli değişik uzay canavarları peşpeşe ortaya çıkıyor ve "Bilimler Bilimi" ismi verilen bir bilim dalı bunlarla mücadele edip yok ediyor. Bu olmayan garip bilim dalı Sibernetik´le, Asimov´un "Vakıf" dizisindeki "Psiko-Tarih" bilimini anımsatıyor.

6. Mavi Ölüm Isaac Asimov Bu kitap 1971 yılında Okat Yayınevi tarafından "Dünya Batıyor" ismiyle ikinci defa yayınlandı ve bu sayede de yazarının Asimov olduğu anlaşıldı. Serinin belki de en güçlü kitabı. Filmi de yapıldı fakat zayıf ve konusu çok değiştirilmiş bir filmdi. Kitap, uzaydan yapılan bir virüs saldırısı ile dünya insanlarının yarısından fazlasının aniden ölmesini, toprakların yarısından çoğunun mikroplanarak, karantina bölgesi olarak ilan edilmesini anlatıyor. Karantina bölgelerindeki insanlar dokundukları normal insanların bir, iki gün içinde ölmesine sebep oluyorlar. Diğer bölgelere geçirilmeyen bu insanlar zamanla yiyecek sıkıntısı yüzünden yamyamlaşıyorlar. "Mavi Ölüm" günümüzün fütüristik bilim kurgu sinemasının üçüncü sınıf ürünlerinin atası gibidir, Zaman zaman Mad Max´i, zaman zaman da benzerlerini anımsatır ama o bir Asimov ürünüdür.

7. Boşluk Korsanları Murray Leinster Madde Transformatör´ü isimli bir aygıtı keşfeden bir gezegen bu aygıtla gemilerini ışınlayarak, hiç bir iz bırakmadan galaksinin öbür ucundaki gezegenleri soymakta, insanları öldürmektedir. Buna karşı çarpışan gizli bir dünyasal örgüttür, yine çok keskin ve çapkın bir gizli ajan vardır, Bond´un bu uzay versiyonu hem sevişir, hem de dövüşür, biraz da Mike Hammer´i anımsatır. Aslında hem iyi, hem hafif olan bu kitabın önemli tarafı bu satırlarının yazarını Çağlayan Yayınevi´nden nefret ettirtmesidir. İlkel bir espri anlayışı ile çeviri yapılmış ve kitaptaki bütün isimler değiştirilmiştir, tersinden okunduğu zaman müstehcen kelimelerin ortaya çıktığı isimler koyulmuş olması ise inanılmazdır. Mesela romandaki casusa Enbi adı verilmiş ve daha buna benzer bir sürü saygısızlıkla kitabın zevki kaçırtılmıştır.

8. Mazisiz Adam "The Sun Smasher" - Edmond Hamilton Genç okuyucularımız için yazıyorum, kitabın ismi "Geçmişi olmayan adam" anlamındadır. Bu da serinin güzel kitaplarından birisidir. İsyancı bir galaksi prensi, beyni yıkanarak 20. Yüzyıl dünyasına bırakılır. Prens Kayla Valkar kendisini bir dünyalı sanmaktadır. Beyninde dünyaya ait yapay anılar doludur. Asiler gurubu veya Valkarcılar onu bulup, kaçırırlar. Prensin bildiği müthiş sır Varyoz adı verilen ve yıldızları vurup yok eden silahtır. Bunun yeri ve kullanımı sadece onun tarafından bilinmektedir ve Varyoz´a ulaşabilmesi için önce gerçek hafızasının geri alınması gerekmektedir. Sonra biraz aşk ve intikam ortaya çıkar. Ötesi malum...

9. Çıldıran Dünya Leigh Brackett Dünya yok olmak üzeredir. Uzaydan düşen bir çok "Küp" şeklindeki geometrik cisim değişik bir psişik dalga yayarak yeni bir din yaratırlar. Bunlara Küp, küplerin karşısına geçıp etkilenen insanlara da Kübistler denilmektedir. Kübistler son derece sakin ve içinde oldukları her durumdan mutlu olan itaatkar kimselerdir. İlk hırıstiyanlara benzer yanları vardır. Bu arada değişik süper şirketler de dünyayı ele geçirmek için savaşırlar. Sonunda dünya yok olacaktır. Çok güzel ve bitmeden elden bırakılamıyacak bir kitap.

10. Hücum "What Mad Universe" - Frederick Brown Ve işte serinin en güçlü kitabı. Bir patlama sonucunda başka bir boyuta geçen bir adam. Bu boyutta her şey bildik fakat farklıdır. Burada kendisinin karşıtı olan başka bir kendisi bile vardır. Başka bir galaksiden gelen istilacılarla dünya savaştadır. Bütün büyük şehirler geceleri değişik bir gazla karartılır. Her yer mürekkep denizi gibidir ve bundan istifade eden "Karanlıkta Gezenler" yani yağmacı ve katiller çetesi karşılarına çıkan herkesi soymakta ve öldürmektedirler. Bu arada Dopel isimli bir lider ve uçan bir küre olan robotu Mekki de dünyayı kurtarmaya çalışırlar. Kahramanımız da bu karışıklıkta birden bire baş rolü alır. Hücum´da başka gezegenlerden gelip, dünyada dolaşan canlılar da vardır.

OKAT BİLİMKURGU DİZİSİ Onaltı kitaptan oluşan bu dizi 1971 yılında yayınlandı. Kitap listesini sizlere ııkış sırasıyla değil, alfabetik dızenlenmiş şekliyle veriyoruz. Şimdi bu serideki kitapları kısaca görelim

ANARŞİST: Bu kitap, Deniz Kitaplar yayınevi tarafından 1983´te "24. Yüzyılda Cinayet, adıyla tekrar basıldı. Konu geleceğin dünyasındaki telepat polisler ve düşüncelerini perdeleyerek cinayet işlemeye çalışan bir katille ilgilidir. Oldukıa ilgi çekici, sürükleyici ve orijinal olmasına rağmen bu kitap serinin vasat seviyeli kitaplarındandır.

ÇELİK MAĞARALAR: Bu kitap Baskan yayınevi tarafından 1983´te aynı isimle yayınlandı. Serinin belki en gızel değil fakat en önemli kitaplarından biridir. Bilim Kurgu meraklıları Isaac Asimov´un İmparatorluk ya da Vakıf dizisini mutlaka bilirler. Çelik Mağaralar bu dizinin ilk kitaplarından biridir. Asimov ve Vakıf dizisini ayrı bir yazımızda başlı başına ele alıp, detaylı olarak inceleyeceğiz. Çelik Mağaralar, o dizinin, "I Robot" isimli kitabından sonraki bölümüdür.

DÜNYA BATIYOR: Çağlayan yayınevi, Yeni dünyalarda serisinde, Mavi Ölüm asıyla, 1955´te bu kitabı yayınlamıştı. Kitap, Uzaydan gelen bir saldırı sonucu Dünya´nın mikroplanmasını ve hayatta kalan pek az insanın mücadelesini anlatır. Hikayenin kahramanı Amerika´nın Mikroplu tarafında hayatta kalan bir askerdir. Mikropsuz bölgedekiler çok sıkı gıvenlik tedbirleri ile onları tecrit etmişlerdir. Bulaşık kişiler diğer tarafa geçince, temiz kişlere sadece dokunmaları bile onların ölümüne sebep olmaktadır.

KUTSAL GEZEGEN: Bu da serinin vasat kitaplarındandır. Bir gezegene hakim olup, kendisini tanrı olarak tanıtan bir bilgisayarı anlatır.

MAYMUNLAR GEZEGENİ: Maymunlar Gezegeni, Maymunlar Cehennemi, adıyla gösterilen 5 filmlik sinema dizisinin kaynağı olan kitaptır. Bu filmlerin hepsi Tırkiye´de de defalarca hem sinemalarda, hem televizyonlarda gösterildiği iıin konuyu fazla etraflı izah etmeye gerek yok.

ÖLÜM MELODİSİ: Basit macera romanlarından biri. Yeraltındaki bir uygarlık ve silah olarak kullanılan flıtler.

ROBOT X-81: Bu kitap da bir telapat robotun çevresinde dönen olayları anlatmaktadır. Çok dikkati çekmemekle birlikte serinin iyi kitaplarındandır. İnsanların Güneş sistemi dışına ııkmalarını engellemeye çalışan zihinsel güçleri çok yüksek düşmanlardan bahseder. Bunlar kendilerini üç, beş ya da en yıksek olarak Dokuz boyutlu Satranı oyuncuları olarak sınıflandırırlar.

SÜRGÜNDEKİ YILDIZ: Galaksinin en uzak köşesinde kalan ve çevresinde hiç bir yıldız olmayan bir yalnız yıldız ve yörüngesindeki tek gezegen. Bu arada Dünya´daki süper kahramanlar, garip düşmanlar ve burnunu heryere sonan bir tanrı. Örümcek adam veya Superman çizgi romanları gibi bir kitap.

UZAYDA BÜYÜK SIÇRAYIŞ: Dikkate değer bir eser. İnsanların yaptığı ilk yıldızlar arası sıçrayışlar ve çevresinde dönen entrikalar. Büyük tröstlerin menfaat savaşları.

UZAYDA İLK OYUN: Metis yayınlarından, 1995´te, İkiz Yıldız adıyla tekrar yayınlandı. Bu çok iştah kabartan bir hikaye. Daha bir, iki ay önce bir televizyon kanalı günümüzde ve Güney Amerika´daki hayali bir ülkede geçen şekliyle bu kitabın filmini yayınladı. Eserin Orijinali belki Heinlain´a da ait değildir. Bu hikaye yıllar ”ncesinin Zenda Mahkumları adlı kitap ve filminden araktır. Bir başkan vardır. Bu başkan ya ölür, ya yaralanır onun yerine çok benzeyen birisini biraz da baskıyla geçirirler

UZAYDA İSYAN: Yıldızlar arası yolculuk yapmanın sırrını elinde tutan bir ırk (Vardda), bu sırrı diğer gezegenlerden saklar ve gezegenler arası ticareti tekelinde tutar. Bu gezegenden bazı kimseler Yıldızlararası yolculuk sırrını herkesle paylaşmak için isyan ederler.

UZAYDA SUİKAST: Bu kitap serinin ilk kitabıdır. Dünya başkanı piyangoyla belirlenmektedir ve Başkana suikast düzenlemek serbesttir. Başkanı öldıren de başkan olur. Başkanların telepat koruyucuları kötü düşünceli kimseleri asla ona yaklaştırmamak için çalışırken, Suikastıiler insan zihnini bir robota naklederek bir süper suikastçi yaratırlar. Robot´un içindeki zihinler habire değiştirilerek yani kontrol değişik insanlara verilerek telapatlar şaşırtılmaktadır.

UZAYDAN GELEN AJAN: Serinin en güzel kitabı olabilir. İnsan kitabın sonunda, roman kahramanı olan robot´a acıyor. Herşey bittikten sonra kendisinin insan olmadığını öğrenen ve intihar etmeyi tercih eden bir robot kahraman.

YARATILAN DÜNYA: Bu da geleceği fakat sadece iki sene sonrasını gören bir peygamberle ilgili. Zayıf bir kitap. Bu kitap Sürgündeki yıldız ve Ölüm melodisi ile beraber serideki üç zayıf kitaptan biridir.

 

2004 GORA: Antalya film plato´larında çekilen Cem Yılmaz´ın başrölünü üstlendiği Gora filmi, Türk Bilim Kurgu sinemasına yepyeni bir boyut getirecek gibi. Daha önce hiç kulanılmamış veya kullanılamamış efektler, çekim teknikleri ve Türk mizah gücünün benzersiz yaratıcılığıyla bu kış epey güleceğiz gibi...

 

Ayrınıtlı bilgi almak için GORA filminin resmi sitesine göz atabilirsiniz.

 

Bilmediğimiz büyük felaketler

Çok uzak değil sadece 20. Yüzyıl içinde, iki dev gök cismi 1908 ve 1947´de dünyaya çarptılar. İkisi de Sibirya´da hiçbir insanın yaşamadığı yerlere düştü. Çok şanslıydık... Bu arada, hatırlatalım, Mayıs 1996´da buna benzer bir tehlike daha atlattık. 500 metre çapında bir asteroid 19 Mayıs günü dünyanın 450,000 km yakınından geçti. Kozmik bilardo neyse ki yine ıskaladı. 

Günümüzde hemen hiç etkisi olmayan Çiçek hastalığı, 30 Yıl Savaşları sırasında "1618-1648" yılları arasında, Avrupa´da tam 60 milyon insanı öldürmüştü.

MÖ 1500´de tüm zamanların en büyük volkanik patlaması Ege Denizi´nde Santorini Adası´nda gerçekleşti. Patlama sonucunda, 750 metre derinliğinde, 5 km çapında bir krater oluşurken, 10.000 m yüksekliğinde bir kül bulutu göğe yükseldi. Patlamanın yarattığı dalga, öylesine yüksekti ki "Tsunami deniyor", arada adalar olmasaydı ve Bodrum´a aynı güçle ulaşsaydı Bodrum Kalesi, denizin on metre altında kalacaktı.

 

Eczacılığın geçmişi

 

Georg Ebers´in yazdığı "Aegyptian" adlı kitabın kapağı

MÖ. 1900´den kalan Ebers Papirüsü´ünde (Mısır uygarlığını inceleyen Alman Georg Ebers´in adı verilmiştir.) ilk Mısırlı doktorların deneme yanılma yoluyla nasıl ilaç elde ettikleri yazılıdır. Kunduz yağı ve sinameki yaprakları ile ishal tedavi edilirdi. Hazımsızlık için bir tutam nane yaprağı ve karbonatlar(bugün asit giderici olarak bilinir) kullanılır ve diş çekme acısını uyuşturmak için Mısırlı doktorlar hastayı ispirto ile uyuştururlardı. Yazmalar antik eczacılığın tüm bilgilerini içermektedir. İlaç toplayıcıları yani şifalı bitkileri ve mineralleri toplayan tarla çalışanlarını denetleyen ilaç hazırlayama şefi, baş eczacıyla eşit durumdaydı. Eczacılığın modern Çağı 16. yüzyılda başlamıştır. Ama kimyadaki ilk önemli buluşlar öncüsü Antik Çağ´dır. Fakat bilimsel gerçeklerin batıl inançları yenmesi için yüzyıllar geçecektir.

Kullandığımız eşyaları kimler buldu?

MÖ. 2500 Sofra görgüsü; Mısır-Görgü Kuralları Papirüsü
MÖ. 500 Peçete; Orta Doğu
MÖ. 1300 Kandil; Mısır
MÖ. 400 Elbise; ütüsü Yunanistan
MÖ. 3000 Hava temizleyicisi; Mısır
MS. 100 Kalorifer tesisatı; Roma
MÖ. 400 Pamuklu kumaş; Yunanistan
MS. 200 Tekerlekli el arabası; Çin
MÖ. 3000 Diş fırçası; Mısır
MÖ. 2000 Diş macunu; Mısır
MÖ. 800 Alkol; Etrurya
MÖ. 600 Sabun; Fenike
MÖ. 8000 Kozmetik; Orta Doğu
MÖ. 4000 Göz kalemi; Mısır
MÖ. 4000 Allık, yüz pudrası, ruj; Mısır
MÖ. 3000 Oje; Çin
MÖ. 3000 Kremler, yağlar; Moist Yakın Doğu
MS. 200 Yüz kremi; Roma
MÖ. 3500 Ayna; Mezopotamya
MÖ. 1500 Saç stili; Asur
MÖ. 3000 Peruklar; Mısır
MÖ. 4000 Tarak; Asya ve Afrika
MÖ. 6000 Parfüm; Orta ve Uzak Doğu
MÖ. 3500 Deodorantlar; Yakın Doğu
MÖ. 3500 Asid giderici ilaçlar; Sümer
MÖ. 1000 Öksürük pastilleri; Mısır
MÖ. 3000 Göz damlası; Çin
MÖ. 2500 Müshiller; Yakın Doğu
MÖ. 2700 Uyarıcılar; Çin
MÖ. 200 Ayakkabı; Yakın Doğu
MÖ. 1000 Çizme; Asur
MÖ. 2000 Düğme; Güney Asya
MÖ. 1400 Şemsiye; Mezopotamya
MÖ. 3500 Yatak odası; Sümer
MÖ. 1850 Doğum kontrolu; Mısır (Petri Papirüsü)

Oyunlar:

MÖ. 3000 Misket; Mısır
MÖ. 3000 Top; Babiller
MÖ. 1000 Hula-Hoop; Yakın Doğu
MÖ. 1000 Yo-yo; Çin
MÖ. 1200 UÇurtma; Çin
MÖ. 1360 Çıngırak; Mısır
MÖ. 3000 Tahta oyunları; Mezopotamya

Yemekler:

MÖ. 1500 Hot-dog; Babilliler (???)
Hamburger; Türkler ve Moğollar
MÖ. 300 Ketçap; Roma
MÖ. 2600 Gözleme; Mısır
MÖ. 500 Tart; Yunanistan
MÖ. 300 Tatlı bisküvi; Roma
MÖ. 2000 Dondurma; Çin
 

Tarihteki eşlerin ve metreslerin hazin sonu

Çar Büyük Petro, karısının aşığının kafasını kestirdikten sonra, alkol dolu bir kavanozun içine koydurmuştu. Çariçe bu kavanozu ömür boyu yatak odasında sakladı.

Eski Babil´de evlilik yaşına gelen kızlar için açık arttırma yapılırdı. Güzel kızlar için pey sürülürken, güzel olmayanlar çeyizlerinin zenginliklerine göre değer bulurlardı. İlginçtir, o dönemde de en iyi kocaları yine en güzel kızlar değil, en zengin kızlar buluyorlardı.
 

Çok kişi Paris´in simgesi Eyfel Kulesi´ni gezmiştir. Ama çok az kişi, bu mimari şahaserin dünyanın en yüksek garsonyeri olarak yapıldığını bilmez. Gustave Eiffel, 1889´da kuleyi açtığında, en üst katta bulunan küçük daireyi metresiyle buluşmak için yapmıştı ve o amaçla da kullandı. Şimdi bu bölüm ziyaretçilere açık.

4.Moğol İmparatoru Cihangir 1605-1627 yılları arasında tahtta kaldı, Cihangir´in, 300 resmi eşi, 5000 cariyesi, alternatif zevkler için 1000 delikanlısı vardı. Aynı zamanda da bir hayvan delisiydi, sarayının hemen dışındaki özel alanda, 12000 fil, 10000 öküz, 2000 deve, 3000 geyik, 4000 köpek, 100 evcil aslan, 500 buffalo ve 10000 haber güvercini besliyordu.
 
Eski Yunan´da kadınlar, 13 yaşına geldiklerinde evlenebiliyorlardı, ancak o andan itibaren yaşıyor kabul ediliyorlar ve evledikleri tarih doğum tarihleri olarak kayıtlara geçiyordu. Evlendikleri tarihten önceki yaşamları yok kabul ediliyorlardı.

Vampirler

Sinema tarıhinde çok vampir filmi vardır. 1997´de yapılan bir araştırmada dünyanın birçok ülkesinden binden fazla filmin kayıtlarda yer aldığı görüldü. Hatta bunların içinde yani kayıtlarda "Hannah ve Vampirler Kraliçesi" adlı bir de Türk filmi var. Sinema Lugosi´nin (Dracula) ve Schrek´in (Nosferatu) filmlerinin ardından sayısız kez Dracula´yı ve vampirleri perdeye getirdi. Bunların içinde çok azı iyi birer film olarak kabul edildi. Bram Stoker´ın yazdığı "Dracula" adlı romanla Sheridan La Fanu´nın "Carmilla"sı en çok kullanılan konular oldular. Stoker´ın Dracula´sı bilinen en tutarlı öyküdür ama yeterince Gotik olmadığı gibi, gizem unsuru da eksiktir. Bilindiği kadarıyla Stoker, Transilvanyalı Kont Vlad Tepes´in (Kazıklı Voyvoda) yaşam öyküsünü öğrenmiş ve oradan yola çıkarak, Kont Dracula´yı yaratmıştır. Sinemanın Dracula´ya yaklaşımları kimi zaman mizahi, kimi zaman etnik, kimi zaman da gotikdir. Bir görüşe göre, Dracula sinemada asla tam anlamıyla kullanılamadı ya da anlaşılamadı. Ne Lugosi´nin Dracula´sı, ne Schrek´in veya Kinski´nin Nosferatu´su ne de Christopher Lee´nin Dracula´ları özgün kişiliğe tam olarak ulaşamadılar. Dracula veya Dracula kişiliği gizemsel derinliği olan, zeki, entellektüel, normalötesi gücünü gerektiğinde kullanan bir insandı. Bunu anlatmak yerine birçok ünlü yönetmen (Herzog, Browning, Murnau, Fisher gibi) ağırlığı sinema sanatına verdiler ve kişiliği korku unsuru olarak kullandılar.

Son yılların iki önemli filmi yani "Bram Stoker´ın Dracula"sı ile Neil Jordan´ın "Interwiev with the Vampire"ı Dracula´nın ya da vampirin insani yönüne yöneldiler ama başka etkenlerin örtmesiyle amaca ulaşamadılar. Anne Rice´ın yazdığı "Vampir Lestat" serisinden yola çıkan "Interwiev with the Vampire"ı yazarın üslubundan çok uzaktı, üç Hollywood starını birarada kullanarak jönler galerisi oluşturmuştu. Filmin başında otel odasında oturup normal insan gibi konuşan vampir yaklaşımı, filmin ilerlemesiyle kısır diyalogların yanısıra şiddetle buluşuyordu. "Bram Stoker´ın Dracula"sı ise duygusal, aşık ve hatta romantik Dracula´yı ille de çarpıcı efektler kullanma saplantısı nedeniyle vahşete ulaştırıyor, iğrençleştiriyordu. Dracula ve daha doğrusu vampir filmlerinde çizilen tiplemeler genelde çirkin, soğuk ve iticidir. Oysa, Lucifer/Şeytan çelişkisinde olduğu gibi Dracula´nın veya vampirin güzelliğinin ön plana alınması düşünülmelidir (Belki Tom Cruise dışında ama o da ruhsuzdu). Vampirin genç ve güzel kalması gerekir çünkü kan içmektedir ve bunun ezoterik anlamı gençlik, güzellik ve ölümsüzlüktür. Özetle sinemanın yaklaşımlarında bu unsur hemen hemen her zaman gözardı edilmiştir. Yine de özellikle Hammer Filmleri´ni öne almak koşuluyla vampir filmleri korku sinemasının en önemli türünü oluştururlar çünkü öncelikle pop sonra da edebidirler. Diğer korku sineması tiplemeleri yani türevleşemeyen "Operadaki Hayalet", kişiliksiz "Mumya", sanatsal derinliği olmayan "Zombiler" ve de insan olamayan "Frankenstein" veya diğerleri Dracula ya da vampirler kadar inandırıcı olamadılar. Aşağıdaki listeye aldığım filmler, iyiler, kötüler diye bir ayrıma ve de tüm yapıtlara yönelmemiştir. Seçim, seyrettiğim filmlere göre yapılmıştır, buna karşın hemen tüm önemli vampir filmleri listede yer alır. Aynı zamanda da bir kesit olarak düşünülebilir.

* A Return to Salem´s Lot ABD yapımı (1987) Yönetmen: Larry Cohen Cast: Michael Moriarty-Samuel Fuller Yorum: Antropolog Moriarty, küçük kasabaya gelir ve geçmişte yaşanan vampir olaylarının tarihçesini yazmaya başlar ama onlar geri dönerler. Devam niteliğinde ama ilkini tekrarlayan sıradan bir vampirizm kurgusu.

* Andy Warhol´s Dracula Fransız/İtalyan yapımı (1974) Yönetmen: Paul Morrisey Cast: Udo Kier-Arno Juerging-Joe Dallesandro-Vittorio De Sica-Roman Polanski Yorum: Dracula, yaşamak için bakirelerin kanını içmesi gerektiğini öğrenir ve harekete geçer. Serinin öteki filmi "Andy Warhol´s Frankenstein" idi. Az kan, gereğinden fazla uzun ve şuursuz.

* Atom Age Vampire İtalyan yapımı (1961) Yönetmen: Anton Giulio Majano Cast: Alberto Lupo-Sergio Fantoni No Garrani-Susanne Loret Yorum: Çılgın bir profesör dansçı kızların yüzlerini gerçekleştirmek için, başka kadınları öldürüp hücrelerini çalmaktadır. İtalyan sinemasının beceriksizlik örneklerinden.

* Bat People ABD yapımı (1974) Yönetmen: Jerry Jameson Cast: Stewart Moss-Michael Pataki Marianne McAndrew-Paul Carr Yorum: Bir doktor balayında bir yarasa tarafından ısırılınca herşey değişir. Sıradan bir korku filmi.

* Beverly Hills Vamp ABD yapımı (1989) Yönetmen: Fred Olen Ray Cast: Eddie Deezen-Britt Ekland Tim Conwey Jr.-Jay Richardson Yorum: Neşeli, ucuz bütçeli bir komedi. Deezen Jerry Lewis havalarında, üç müridiyle beraber kan peşinde koşan Ekland´dan kaçıyor.

* Billy the Kid vs. Dracula ABD yapımı (1966) Yönetmen: William Beaudine Cast: Chuck Courtney-Melinda Plowman John Carradine- Virginia Christine Yorum: Bill Kid evlenmeye karar verir ama gelinin amcası vampirdir. Saçma ve aptalca.

* Blacula ABD yapımı (1972) Yönetmen: William Crain Cast: William Marshall-Denise Nicholas Vonetta McGee-Thalmus Rasulala Yorum: Dracula, bir siyah prensi ısırır ve Los Angeles sokaklarında dolanmaya başlar. Zaman zaman etkin sahneler ve başarılı diyaloglar. Türün iyilerinden.

* Blood and Roses (Kan ve Gül) Fransız/İtalyan yapımı (1961) Yönetmen: Roger Vadim Cast: Mel Ferrer-Elsa Martinelli Annette Vadim-Marc Allegret Yorum: Kıskanç bir genç kızın ve ailesinin öyküsü; öyküdeki Vampirizm teması, Sheridan Le Fanu´nun "Carmilla" adlı kitabından alınma. Vadim´in başarılı çalışmasının yanısıra iyi bir oyuncu kadrosu. Aynı öykü "The Vampire Lovers" adlı filmde de kullanıldı. Kamerada Claude Renoir´in görüntüleri olağanüstü, film Roma´dan kalma Hadrian Villa´sında çekildi.

 

* Blood of Dracula ABD yapımı (1957) Yönetmen: Herbert L. Strock Cast: Sandra Harrison-Gail Ganley Jerry Blaine-Louise Lewis Yorum: Kendi halinde bir programcı, genç bir kızı hipnotize eder ama o zaman genç kızın vampir olduğu ortaya çıkar. Kendi halinde bir film.

 

* Blood of Dracula´s Castle ABD yapımı (1967) Yönetmen: Al Adamson Cast: John Carradine-Paula Raymond Alex D´Arcy-Robert Dix Yorum: Seksle karışık ucuz bütçeli vampirizm. Dracula peşpeşe evlenerek gelinlerini ısırır. Çok kötü.

* Blood of the Vampire İngiliz yapımı (1958) Yönetmen: Henry Cass Cast: Donald Wolfit-Barbara Shelley Yorum: Potansiyel olarak iyi bir film ama yapımın sefaleti nedeniyle sonuç kötü. Bir hapishane hastanesi, çılgın bir doktor, başka söze gerek yok. Wolfit, Lugosi taklidinde başarılı.

* Bloodsuckers İngiliz yapımı (1970) Yönetmen: Robert H. Davis Cast: Patrick Macnee-Peter Cushing Alex Davion-Patrick Mower Yorum: Antik Yunan adası Hydra´da geçen bir kült-korku filmi. Bazı sahneler anlatı ile gerçekleştirilmiş yani konuşma yok. İki iyi oyuncunun varlığına rağmen başarılı değil.

* Buffy the Vampire Slayer ABD yapımı (1992) Yönetmen: Fran Rubel Kuzui Cast: Kristy Swanson-Donald Sutherland Paul Reubens-Rutger Hauer Yorum: Bir vampir mitinden yola çıkılmış iyi bir film. Bir kızlar okulunda geçiyor, genç kız vampirleri öldürmek için seçilmiştir. Sutherland ise onun hocası veya rehberi. Hoş bir komedi, filmde Natalie Wood´un kızı da oynuyor.

 

* Bram Stoker´s Dracula ABD yapımı (1992) Yönetmen: Francis Ford Coppola Cast: Gary Oldman-Winona Ryder Anthony Hopkins-Keanu Reeves-Cary Elwes Yorum: Gerçekten çok iyi bir film, Stoker´ın romanına birebir sadık kalınmış. Öykünün temelinde Romanyalı Kont Vlad Tepes var, 15. Yüzyıl´ın bu kanlı savaşçısı intihar eden karısının acısıyla vampire dönüşür ve çağları aşarak Victoria dönemi Londra´sında soluğu alır. Bir de bakar ki büyük aşkı, Winona Ryder kılığında dolanıp duruyor, aslında bunu hissetmiştir. Dracula fanlarının sinirine dokunan tek şey, Oldman´ın Dracula tiplemesindeki romantizm, Dracula aşkına öncelik tanıyor, sevdiği kadının kanını içmeye kalkışmıyor. Ölümsüz vampire insanı nitelikler kazandırmak, Coppola´nın sözüyle Dracula´ya yaşam hakkı vermek demek. Michael Ballhaus´un görüntüleri ve Wojciech Kilar´ın muhteşem müziği unutulmazların arasına girecek.

 

* The Brides of Dracula İngiliz yapımı (1960) Yönetmen: Terence Fisher Cast: Peter Cushing-Martita Hunt Yorum: Hammer serisinden, ortalamanın üstünde. Dracula´nın öğrencisi hem öğrenmekte hem de nedense sadece kadınları av olarak kullanmaktadır.

 

* Captain Kronos:Vampire Hunter İngiliz yapımı (1974) Yönetmen: Brian Clemens Cast: Horst Janson-John Carson-Caroline Munro Yorum: Türün iyilerinden, Avrupa-Atlantik arasında kılıçlı-bıçaklı vampir kovalamacası. Hammer´in en iyi yapıtlarından.

* Count Dracula and His Vampire Bride İngiliz yapımı (1973) Yönetmen: Alan Gibson Cast: Christopher Lee-Peter Cushing Michael Coles-Freddie Jones Yorum: Efsanevi Hammer filmlerinin sonuncusu; çağdaş bir uyarlaması. Dracula´nın elinde insanlığı yok edecek bir virüs vardır. İki Vampir oyuncusu bir arada ama yeterli olamıyorlar.

* Count Dracula Alman/İtalyan/ispanyol ortak yapımı (1970) Yönetmen: Jess Franco Cast: Christopher Lee-Herbert Lom Klaus Kinski-Maria Rohm Yorum: Zayıf bütçeli ama yeterli bir film. Öykünün teması, Bram Stoker´ın romanından uyarlama ama ilişkiler yeterli sayılmaz? Lee, geleneksel çizgisinin dışında.

* Count Yorga, Vampire ABD yapımı (1970) Yönetmen: Bob Kelljan Cast: Robert Quarry-Roger Perry Yorum: Yapmacık ama zeki bir vampir günümüz California´sında. İnandırıcı. Daha sonra devamı çekildi.

 

* Countess Dracula İngiliz yapımı (1972) Yönetmen: Peter Sasdy Cast: Ingrid Pitt-Nigel Green Yorum: Kontes´in gençleşmek için kana ihtiyacı vardır ve bunun içing gerekeni yapar. Öykü, gerçek bir kişilik olan çılgın Kontes Elizabeth Bathory´nin yaşamından alınma ama hepsi o kadar. Ötesi başarılamamış.

 

* The Devil Bat ABD yapımı (1941) Yönetmen: Jean Yarbrough Cast: Bela Lugosi-Suzanne Kaaren-Dave O´Brien Guy Usher-Yolande Mallott Yorum: Vampir kurbanlarını vampirleştirmekte ve sonra onları eğitmektedir. Lugosi´nin unutulmaz görüntüleri bu filmdeydi ve salt Lugosi için klasiklerin arasında yerini aldı.

 

* Dracula A.D. 1972 İngiliz yapımı (1972) Yönetmen: Alan Gibson Cast: Christopher Lee-Peter Cushing Stephanie Beacham-Michael Coles Yorum:Modern bir öykü, vampir avcısı Dr. Van Helsing (Cuzhing), ebedi düşmanı Lee´yi kovalıyor. İki ünlü oyuncu burada da beraberler ve ellerinden geleni yapıyorlar ama öykü yeterince korkunç değil.

 

* Dracula and Son Fransız yapımı (1979) Yönetmen: Eduard Molinaro Cast: Christopher Lee- Bernard Menez Yorum: İyi bir vampir komedisi. Lee, farklı ama başarılı bir çizgide, film boyunca rakibi vampir Menez´le uğraşıyor.

* Dracula-Prince of Darkness İngiliz yapımı (1966) Yönetmen: Terence Fisher Cast: Christopher Lee-Barbara Shelley Yorum: "Horror of Dracula"nın devamı ama ilkine erişemiyor. Vampir Kont, turistlere rehberlik yaparak ele geçirdiklerini şatosuna götürüyor vee.. Ötesi malum.

* Dracula Has Risen From The Grave İngiliz yapımı (1968) Yönetmen: Freddie Francis Cast: Christopher Lee-Rupert Davies Yorum: Küçük bir kasaba ve vampir Lee, karşısında da sarışın bir afet. Hammer en iyilerinden ve üçüncüsü.

* Dracula vs. Frankenstein ABD yapımı (1971) Yönetmen: Al adamson Cast: J. Carrol Naish-Lon Chaney Jr. Russ Tamblyn-Jandor Vorkov Caroline Munro-Shane Briant Yorum: Tek yıldızlık bir komedi, Her iki öykü biraraya getirilip harcanmış. Naish ve Chaney´in son filmi.

* Dracula´s Daughter ABD yapımı (1936) Yönetmen: Lambert Hillyer Cast: Gloria Holden-Otto Kruger Hedda Hopper-Marguerite Churchill Yorum: Lugosi´ni öyküsünün tekrarı. Kadın avcısı vampir,günahlar işliyor, duygusal yönden etkin ama yönetmen yeterli olamamış.

Dracula´s Dog ABD yapımı (1978) Yönetmen: Albert Band Cast: J.ose Ferrer-Michael Pataki Caroline Munro-Shane Briant Yorum: Dracula´nın emrindeki Transilvanya´lı vampir ve köpeği Los Angeles´e giderler. Öylesine bir vampir daha uygunu Dracula filmi.

* Dracula´s Widow ABD yapımı (1989) Yönetmen: Christopher Coppola Cast: Josef Sommer-Sylvia Kristel Yorum: Yine L. A. ve yine oraya gelen bir vampir. Çayıf ve ruhsuz bir film. Yönetmen Francis Coppola´nın yeğeni.

* Dracula ABD yapımı (1931) Yönetmen: Tod Browning Cast: Bela Lugosi-David Manners Helen Chandler-Dwight Frye Caroline Munro-Shane Briant Yorum: Tek yıldızlık bir komedi, Her iki öykü biraraya getirilip harcanmış. Naish ve Chaney´in son filmi. Film aslında Londra´ya gelen bir grup vampirle ilgili ama filmin asıl ünü Lugosi´nin ölümsüz yorumundan kaynaklanıyor.Dracula´nın sinema efsanesinin başlangıç noktası.

* Dracula ABD yapımı (1979) Yönetmen: John Badham Cast: Frank Langella-Laurence Olivier Donald Pleasence-Kate Nelligan Yorum: Bram Stoker´in Dracula´sının tekrarlarından. Bir Broadway oyununu hatırlatıyor, öykünün değiştirilmesi aşırı. Oyuncuların varlığı filmi etkilememiş.

 

* Dracula ABD yapımı (1973) Yönetmen: Dan Curtis Cast: Jack Palance-SimonWard-Nigel Davenport Yorum: Dracula filmlerinin en kötülerinden olmasına rağmen kameranın başarısı şaşırtıcı. Öykü bildiğiniz gibi...

 

* Ed Wood ABD yapımı (1994) Yönetmen: Tim Burton Cast: Wohnny Depp-Martin Landau-Sarah J. Parker Bill Murray-Patricia Arquette Yorum: Ekzantrik sinema adamı Edward D. Wood´un yaşam öyküsü. Filmde, Wood´un arkadaşı Bela Lugosi filmin odak noktası. Film çok başarılı, Hele Depp olağanüstü, Landau ise Oscar kazandı. Bu bir vampir filmi değil ama Lugosi filmen temeli olduğu için literatüre uyuyor.

 

* The Fearless Vampire Killers İngiliz yapımı (1967) Yönetmen: Roman Polanski Cast: Jack MacGowran-Roman Polanski-Sharon Tate Yorum: Mizah ve korku birarada. Sakar ve budala profesör ile asistanı, Slovak vampirleri yok etmeye kalkışırlar, sonrasında komediyle, dehşet birbirine girer. Türün en iyilerinden, özellikle Polanski her iki işinde de çok başarılı.

* Goliath and the Vampires İtalyan yapımı (1964) Yönetmen: Giacomo Gentilomo Cast: Gordon Scott-Jacques Sernas Gianna Maria Canale Yorum: Antik çağ vampirleri. Sandal terlikler, kısa kılıçlar, tolgalar ve togalar. Emekli Herkül Scott vampirlerin canına okuyor...

 

* Horror of Dracula İngiliz yapımı (1958) Yönetmen: Terence Fisher Cast: Peter Cushing-Christopher Lee Michael Gough-Melissa Stribling Yorum: Hammer filmlerinin belki en etkileyicisi. Öykü aynı yani Stoker´ın öyküsü ama şiddet dozu düşük tutulmuş. Muhteşem ikili yan yana, Lee naif bir Kont Dracula, Cushing ise Van Helsing rolünde çalışkan. Bunu beş film daha izledi, kısacası türün en iyi örneklerinden.

 

* House of Dracula ABD yapımı (1945) Yönetmen: Erle C. Kenton Cast: Onslow Stevens-Lon Chaney Jr. John Carradine-Martha O´Driscoll Yorum: Bu filmdeki vampir, lokal olayların peşinde değil. Bu vampir evrensel olayların peşinde. İdare eder, ötesi zaten beklenemez.

* The Hunger ABD yapımı (1983) Yönetmen: Tony Scott Cast: Catherine Deneuve-David Bowie Susan Sarandon-Cliff De Young Yorum: Bu film, birçok vampir tutkunu için çok önemlidir. Aslında sıradan bir korku filmi olarak yorumlanabilir. Deneuve yaşamak için kan bulmak zorundadır, ona eşlik eden sessiz ve de kameraya yabani yabani bakan Bowie kan peşinde ağır bir tempoyla koştururlar. Filmdeki yaşlanma sahnesi unutulmaz, bir diğer kalıcılık ise Deneuve ile Sarandon´in beraberliği.

 

* Interwiev with the Vampire ABD yapımı (1994) Yönetmen: Neil Jordan Cast: Tom Cruise-Brad Pitt-Christian Slater Antonio Banderas-Stephen Rea Yorum: Çok beğenildi ama iyi değil. Anne Rice çokdaha ötelerdeydi. Aslında film, bir vampir biografisi (Vampire Chronicles). Cruise uyumsuz, Pitt gayretli, Banderas ise şov yapıyor. Literatürde yerini alacak ama bir baş yapıt olarak değil.

 

* Kiss of the Vampire ABD yapımı (1972) Yönetmen: Don Sharp Cast: Clifford Evans-Edward DeSouza Noel Willman-Jennifer Daniel Yorum: Bir Hammer yapımı. Renkler iyi, çekim başarılı. Olağanüstü değil ama yine de Hammer.

* Lady Dracula ABD yapımı (1973) Yönetmen: Richard Blackburn Cast:Cheryl Smith-Lesley Gibb Yorum: Sıfıra yakın bütçeyle iyi niyetli olunabildiğini kanıtlayan lesbienist vampirizm.

* Lifeforce ABD yapımı (1985) Yönetmen: Tobe Hooper Cast:Steve Railsback-Peter Firth-Frank Finlay Mathilda May-Patrick Stewart Yorum: Bilim kurguyla vampirizmin kokteyli. İşin sonunda kıyamet yaklaşımı bile var. Zombileşmiş ve Londra´yı ele geçiren dünyalı vampirler ve çırılçıplak dolaşan güzel uzay vampiri. Üstelik, dünyalıların birisi de seksi uzaylıya aşık, canını, kanını vermeye hazır. Öykü Colin Wilson gibi iyi bir gizemcinin. Sonuç üzücü.

* The Lost Boys ABD yapımı (1987) Yönetmen: Joel Schumacher Cast: Jason Patric-Corey Haim-Dianne Wiest Kiefer Sutherland-Edward Herrmann Yorum: California´ya gelen bir aile sokak çetesi halinde dolaşan bir grup vampirle karşılaşır. Gençliğin karıştırılmasıyla kurnazlık yapılmış. Filmin sonundaki yangın sahnesi gerçek ve akılda kalan tek sahne.

* Mama Dracula Belçika/Fransa ortak yapımı (1988) Yönetmen: Boris Szulzinger Cast: Louise Fletcher-Maria Schneider Yorum: Fletcher, korkutucu bir vampir tiplemesiyle "Guguk Kuşu"nu hicvediyor.

 

* Mark of the Vampire ABD yapımı (1935) Yönetmen: Tod Browning Cast: Lionel Barrymore-Bela Lugosi-Lionel Atwill Donald Meek-Elizabeth Allan Yorum: Çok başarılı ve etkin. Öykü bir köyde geçiyor, Lugosi vampirin kendisi, peşinde bir polis ve bir de vampir uzmanı var. Filmin akışı ve ulaştığı son mükemmel.

* Nosferatu Alman yapımı (1922) Yönetmen: F. W. Murnau Cast: Max Schreck-Alexander Granach Gustv von Wangenheim-Greta Schroeder Yorum: Dracula´nın en eski ve en parlak versiyonu, sahnelerdeki duyarlılık ve derinlik çok az vampir filminde görüldü. Schreck´in vampir tiplemesi tarihin en çirkin vampir tipi olarak kabul edilir. Kısacası vampir sinemasının baş yapıtı...

* Nosferatu the Vampyre Batı Almanya yapımı (1979) Yönetmen: Werner Herzog Cast: Klaus Kinski-Isabelle Adjani-Bruno Ganz Yorum: Türün ünlü filmlerinden hatta çoğu kişi için bir başyapıt. Dracula fanlarının vazgeçemediği film. Daha önceki F.W.Murnau´nun Nosferatu´sunun iyi niyetli hali ama Kinski bir Schreck olamıyor.

* The Omega Man ABD yapımı (1971) Yönetmen: Boris Sagal Cast: Charlton Heston-Rosalind Cash Anthony Zerbe-Paul Koslo Yorum: Görsel bir ziyafet, Richard Matheson´un "I´am Legend" adlı bilim kurgu filminin ikinci uyarlaması. Heston kimyasal bir savaş sonrasında çöken uygarlığın kalıntıları arasında, vampirimsi zombi bir ırka karşı tek başına savaşır amacı geriye kalan tek insan-dişiyi kurtarmaktır. Aynı rolü "The Last Man on Earth" adlı filmde Vincent Price oynamıştı ama Heston ondan ötede.

* Old Dracula İngiliz yapımı (1974) Yönetmen: Clive Donner Cast: David Niven-Teresa Graves Peter Bayliss-Jennie Linden Yorum: Komedi korku. Niven ciddi, ağırbaşlı ve nüktedan bir vampir, izin alarak kurbanlarının kanından örnekler alıyor. Bu arada tavşan kızlar Niven´in boşadığı uyuyan karısını uyadırmak için uygun kan grubunu arıyorlar. Biraz gülmece sonra da unutmaca.

* Planet of Blood ABD yapımı (1966) Yönetmen: Curtis Harrington Cast: John Saxon-Basil Rathbone Judi Meredith-Dennis Hopper Yorum: Korku-bilim kurgu. Efektler bir Rus filminden çalınma. Dünyaya gelen uzay vampirleri filmin konusunu oluşturuyor.

* The Return of the Vampire ABD yapımı (1943) Yönetmen: Lew Landers-Kurt Neumann Cast: Bela Lugosi-Frieda Inescort-Nina Foch Miles Mander-Roland Varno Yorum: Lugosi Londra´da bir kurt adamın yardımcısı rolünde ama aynı zamanda da vampir. Büyük oyuncu önceki filmine göre daha gevşek ama filmin final sahnesi unutulmazların arasında yera alıyor.

* The Return of Dracula ABD yapımı (1958) Yönetmen: Paul Landress Cast: Francis Lederer-Norma Eberhardt Ray Stricklyn-Jimmie Baird Yorum: Küçük bir bütçe. Kont bir adam öldürür, kağıtlarını alır ve ABD´ye gelir. Yetersiz ve sıkıcı.

* Rockula ABD yapımı (1990) Yönetmen: Luca Bercovici Cast: Dean Cameron-Tawny Fere Susan Tyrell-Bo Diddley Yorum: Komedi korku. Cameron bir türlü bakireliğini yitiremeyen gençbir vampirdir çünkü yüzyıllar öncesinde lanetlenlenmiştir. Yetersiz oyuncu kadrosu ama ilginç bir öykü.

* Salem´s Lot ABD yapımı (1979) Yönetmen: Tobe Hooper Cast: David Soul-James Mason-Lance Kerwin Yorum: "Aman Tanrım" dedirten filmlerden. Stephen King´in ünlü romanının piç edilmiş hali. Bir kere olay Salem´de geçmiyor. küçük bir İngiliz kasabasında geçiyor. James Mason Kaptan Nemo pozlarıyla günahkar bir antikacı. Berbat vampir tiplemeleri vs... Üstüne üslük bir de devamı çekildi.

* Scars of Dracula İngiliz yapımı (1970) Yönetmen: Roy Ward Baker Cast: Christopher Lee-Dennis Waterman Yorum: Dracula, genç bir adamın kayıp kardeşini arıyor. Hammer döneminin son yapıtlarından, başarılı bir film.

* The Seven Brothers Meet Dracula Hong Kong/İngiliz ortak yapımı (1974) Yönetmen: Roy Ward Baker Cast: Peter Cushing-David Chiang-Julie Ege Yorum: Vampir avcısı Helsing yani Cushing 19. Yüzyol sonunda Dracula´yı yot etmek için Çin´e gider ve karatecileri yardımcı olarak yanına alır. Hoş ve çekici. Literatürde iyilerden birisi olarak kabul edilmekte.

* Son of Dracula ABD yapımı (1943) Yönetmen: Robert Siodmark Cast: Lon Chaney Jr.-Robert Paige Yorum: Nereden geldiği belli olmayan gizemli bir adam ortaya çıkar, her ne kadar oğlu denmişse de aslında adam Dracula´dır. Filmin atmosferi iyi, efektler mükemmel, oyuncular harika ve beklenmedik bir final.

* Scream, Blacula, Scream ABD yapımı (1973) Yönetmen: Bob Kelljan Cast: William Marshall-Don Mitchell Pam Grier-Michael Conrad Yorum: "Blacula"nın fakir versiyonu, Siyahi bir vampir ebedi huzura kavuşmak için siyah ABD´ye gelir. Vampirizm sömürüsü.

* Slaughter of the Vampires İtalyan yapımı (1961) Yönetmen: Roberto Mauri Cast: Dieter Eppler- Walter Brandi Graziella Granata-Paolo Solvay Yorum: Bir vampir Avusturya´da bir şatoya yerleşir ve şatoya gelenlerin başına gelenleri söylemeye gerek yok. İtalyan felaketi.

* Taste the Blood of Dracula İngiliz yapımı (1970) Yönetmen: Peter Sasdy Cast: Christopher Lee-Geoffrey Keen-Linda Hayden Yorum: Bir Hammer yapımı daha. Victoria dönemi İngiltere´sinde intikam peşinde koşan bir vampir, aralarda da kara büyücüler. Müzik olağanüstü ama film zaman zaman Dracula´yı unutuyor. Başı ve sonu çok başarılı.

* Theatre of Death İngiliz yapımı (1967) Yönetmen: Samuel Gallu Cast: Christopher Lee-Julian Glover Yorum: Vampir benzeri yaratıklar Paris´i kana buluyorlar, bir sahne oyuncusu, güzel asistanı vs... Birazcık Operadaki Hayalet uyarlaması. Bütçe düşük, yorumlar öylesine...

* The Thirsty Dead ABD yapımı (1975) Yönetmen: Terry Becker Cast: John Considine-Jennifer Billingsley Yorum: Bir sinema aktrisi ve arkadaşları Shangri-La ormanlarına kaçırılırlar. Orada insan kanı içerek gençleşen garip bir ırk vardır. Olmasa da olur filmlerinden.

* Thirst Avustralya yapımı (1979) Yönetmen: Rod Hardy Cast: Chantal Contouri-David Hemmings Henry Silva-Max Phibbs Yorum: Garip, stilize, zaman zaman mizahi. Gizli bir tarikat bir baronesin beynini yıkayarak, vampir haline getirir. Öykü şöyle biyle ama karakterler başarılı, yönetmen ise çok çok iyi. Görülmeye değer, hele bir de Avustralya yapımı olduğu anımsanırsa. Öyle ya, Transilvanya neresi, Avustralya neresi...

* Transylvania 6-5000 İngiliz yapımı (1985) Yönetmen: Rudy DeLuca Cast: Jeff Goldblum-Joseph Bologna Ed Begley Jr-Geena Davis-Carol Kane Yorum: İddiayla ortaya çıkan fakat başarıyı yakalayamayan bir film. Korku-komedi ve saçmalık. Film, Yugoslavya´da çekildi. "Independence Day"in dahi bilgisayarcısı, "Jurassic Park"ın kaos bilimcisi Goldblum´un çaylaklık dönemi...

* Twins of Evil İngiliz yapımı (1972) Yönetmen: John Hough Cast: Peter Cushing-Madeleine Collins Mary Collinson-Dennis Price Yorum: İkizlerin birisi vampirdir ama hangisinin olduğu bilinmez. Bir Hammer filmi, başrollerde oynayan ikiz kızlar, Playboy dergisinin ilk ikiz aylık güzelleriydiler. Hoş, seyredilebilir ve kalıcı.

* Vamp ABD yapımı (1986) Yönetmen: Richard Wenk Cast: Chris Makepeace-Sandy Baron Robert Rusler- Grace Jones Yorum: Korku ve komedi. Şaka yapmayı seven kolej öğrencileri gerçek bir dişi vampire çatarlar, sonrasında komediyle, kan gölleri birbirine girer. Hollywood´un saçmalıklarından.

* Vampire Man of the Lost Planet ABD yapımı (1971) Yönetmen: Al Adamson Cast: John Carradine-Robert Dix Yorum: Bilim adamları dünyayı ele geçirmeye çalışan dünyadışı vampirlerin izlerini bulurlar. Hepsi bu ve bu kötü filmin en inanılmaz yanı başka filmlerden yapılan alıntılar. Yeşilçam´ı hatırlatıyor.

* Vampire´s Kiss ABD yapımı (1989) Yönetmen: Robert Bierman Cast: Nicolas Cage-Maria C. Alonso Jennifer Beals-Elizabeth Ashley Yorum: New York´lu yayın ajanı bilinmeyen birşey tarafından ısırılır ve sonra bilinenler olur. Önemli bir film değil ama Cage´in performansı gözden kaçırılacak gibi değil.

* The Vampire ABD yapımı (1957) Yönetmen:Paul Landres Cast: John Beal-Coleen Gray-Dabbs Greer Yorum: Bir bilim adamı vampirleşir. Bütün hikaye bu, Beal başarılı ama film o kadar iyi değil...

* The Vampire Bat ABD yapımı (1933) Yönetmen: Frank Strayer Cast: Lionell Atwill-Melvyn Douglas Fay Wray-George E. Stone Yorum: Kötü bir öykü, mükemmel bir oyuncu kadrosu. Atwill çılgın bir doktor rolünde ve bir kasaba dolusu insanı öldürüyor. İdare eder asla bir klasik değil.

* The Vampire Lovers İngiliz yapımı (1971) Yönetmen: Roy Ward Baker Cast: Ingrid Pitt-Pippa Steele-Peter Cushing Dawn Adams-George Cole Yorum: Yine Sheridan Le Fanu´nun "Carmilla"sından uyarlama. Lesbian vampirler ve bol erotizm. Bir Hammer yapımı.

* Vampyr Alman/Fransız ortak yapımı (1932) Yönetmen: Carl Theodor Dreyer Cast: Julian West-Maurice Schutz Sybille Schmitz-Henriette Gerard Yorum: Dreyer´in ustalık gösterisi. Işık, gölgeler ve kamera açıları harika. Bir şatoda geçen olaylar. Bu da bir "Carmilla" uyarlaması. Avrupa sinemasının en iyi vampir filmlerinden.

* Vampire Circus İngiliz yapımı (1971) Yönetmen: Robert Young Cast: John Moulder Brown-Adrienne Corri Laurence Payne-Thorley Walters Yorum: Hammer serisinden. 19. Yüzyıl´da Avrupalı bir sirk grubu, kentten kente dolaşır ama sirkteki herkes vampirdir hatta hayvanlar bile. Filmin son dakikalarında işler o kadar karışır ki, seyirci içinden çıkamaz. Ama yine dikkat çekici ve etkili.

* The Velvet Vampire ABD yapımı (1971) Yönetmen: Stephanie Rothman Cast: Michael Blodget-Celeste Yarnall Sherry Miles-Jerry Daniels Yorum: Bilinen vampir öyküsünün Vahşi Batı´ya uyarlaması. Seksi bir dişi vampir, kovboylar, iyiler, kötüler ve derken filmin sonu. Denenmemiş bir konunun denenmesi ama vampirler ve kovboylar uyum sağlayamıyorlar.

* Vaxwork ABD yapımı (1988) Yönetmen: Anthony Hickox Cast: Zach Galligan-Deborah Foreman David Warner-Patrick Macnee Michelle Johnson-John Rhys-Davies Yorum: Komedi-korku. Şeytani bir sihirbaz tarihin ünlü canavarlarını uyandırır amacı insanlığı yok etmektir. Dracula, Frankenstein, Mumya, Kurt Adam, Operadaki Hayalet vs. biraraya gelirler ve tabii sonra da işin suyu çıkar. Karakterler zayıf, filmin ironisi eksik ama mizah unsuru yeterli.

İnsanlığı bekleyen en büyük tehlike

Bir Trilyon Dolar Silahlar İçin

Bu bir paranoya değildir, gerçektir ama bireysel aydınlanma için önemlidir, endüstriyel mazeretler ne olursa olsun, sonuçta tek bir cankurtaran filikamız vardır. Hiçbir ulus, global biyolojik sistemin çökmesinden yara almadan kurtulamaz ve hiçbir ulus doğal kaynakların gördüğü zararların çoğalmasıyla oluşan sorunlardan kaçamaz. Yanısıra da, çevresel ve ekonomik dengesizlikler kitlesel göçlere neden olurken, gelişmiş ya da gelişmemiş uluslarda öngürülemeyen sonuçlar da ortaya çıkacaktır. Gelişmiş uluslar çevre konusunda daha gerçekçi olmalı ve öldürücü bir tehditle yüzyüze olduklarını bilmelidirler, bunu yapsalar dahi eğer nüfuslarını kontrol etmezlerse yine kör bir sonuçla karşılaşacaklardır. En büyük tehlike, çevrenin ölmesi, yoksulluğun ve huzursuzluğun öne çıkması, sonuçta da sosyal, ekonomik ve çevresel çöküntünün başlamasıdır. Bu amaca yönelik emek sonuçta, şiddeti ve savaşları azaltacaktır. Varolan kaynakları sadece savaş hazırlıklarına ve savaşa yöneltmek (Bunun finansal değeri yılda bir trilyon doların üzerindedir), çok daha başka kötü sonuçlar doğuracaktır. sahip oldukları gibi teknolojik düzeyleri de yeterlidir

 

Kibirli insanlığın sonu

Yaşanan zararın büyük bir kısmı, yüzyılların kalıcı sonucudur. Öteki oluşumlar göründüğü kadarıyla ek tehditleri oluşturmaktadır. Atmosferdeki öldürücü gazların ulaştığı düzeyin nedeni sadece insan aktivitelerinin sonucudur, yakılan fosil yakıttan oluşan karbon dioksit gazı ve ormanların azalması iklimlerin global düzeyde değişimine neden olmaktadır. Küresel ısınma yönünde yapılan tahminler doğal değildir, gözlemlenen etkiler dayanılır son çizgiye ulaşmış ve çok serttir yani potansiyel risk çok büyüktür. Kütlesel ısınma, yaşamın iç dokusunu etkilerken, ormanların yokolması, türlerin kaybı ve iklim değişimleriyle oluşan çevresel yıkımla birleştiği anda, zıt etkilerin tetiği çekilmekte ve özellikle kritik biyolojik sistemler beklenmedik yıkımlarla uğrarken yanısıra da yaşamsal sistemin iç dinamikleri sarsılmaktadır. Bunun tek nedeni anlayışımızdaki hatalar ve eksikliklerdir. Doğal olmayan bu süreçte ortaya çıkan söz konusu yıkıcı etkiler için kibirli geçiştirici özürler dilemek, tehdidin ertelenmesine dahi yeterli olmayacaktır.

Bu gezegende yer yoktur...

Dünya bitmiştir veya doludur. Boş alanları değerlendirme ve kaybı önleme yeteneği kalmamıştır; besin ve enerji sağlama yeteneği sona ermiştir ve böylece artan nüfusa yetme yeteneği de bitmiştir. Limitin son noktasına büyük bir hızla yaklaşıyoruz. Geçerli ekonomik yöntemler çevreyi öldürürken, gerek çok gelişmiş, gerekse de az gelişmiş ülkeler global yaşam sistemlerine yönelik riskleri giderici yolları denemeyi düşünmüyorlar. Eğer çevrenin yokolmasını durduracaksak, çoğalmanın bir limiti olduğunu da kabul etmeliyiz. Dünya Bankası´nın tahminlerine göre dünya nüfusu yüz yıl sonrasında, 12.4 milyara ulaşacaktır, Birleşmiş Milletler ise bugün 6 milyara yaklaşan dünya nüfusunun üçe katlanarak 14 milyarı aşacağını belirtmektedir. Şu anda bile, tek bir insandan üreyen beş yaşam, yoksulluk içinde, yiyecekten yoksun olarak ciddi açlık çekmektedir. Eğer bu tehdit önlemezse, bir veya iki çeyrek yüzyıl içersinde en kötü sonuçla karşılaşacağız ve o zaman insanlığın azalması ölçüsüz bir olasılık olarak gerçekleşecektir.
 

Ormansız dünya bizi bekliyor

Tropikal yağmur ormanları, her yönden büyük bir hızla yok edilmektedir, günümüzdeki ölçüm değerleri bazı kritik orman türlerinin birkaç yıl içinde yokolduklarını ve tropikal yağmur ormanlarının tamamının 21. YÜZYIL SONA ERMEDEN yani sadece yüz yıl içinde tamamen yok olacaklarını göstermektedir, onlarla beraber sayısız bitki ve hayvan türü de yokolacaktır. Canlı türlerinin kaybı geri dönülmez düzeydedir, 2100 yılında şu anda dünyada yaşayan canlı türlerinin üçte biri tamamen yokolmuş olacaktır ve bu çok ciddi bir belirlemedir. Kaybedilen bu potansiyel, tıbbi ve diğer gereksinimleri karşıladığı gibi, yaşam formlarının genetik farklılığındaki azalma dünyanın biyolojik sistemini kuvvetle etkilemekte ve gezegenimizin büyüleyici güzelliği de yokolmaktadır.

Ya değişeceğiz ya yokolacağız

Yeni bir ahlak anlayışı gereklidir, yeni bir tavır dünyanın ve kendimizin korunması için gerekli sorumluluğu sağlayacaktır. Dünyanın sınırlı kapasitesini bilmeli ve durumumuzu tanımlamalıyız. Ve bu arada üzülebiliriz ama bu uzun sürmeyecektir. Yeni ahlak anlayışı bizi motive ederek harekete geçirecek, gönülsüz liderler, hükümetler ve halklar değişimin gereğini yaşayacaklardır. Bilim adamları bu uyarıyı konu haline getirirken umutluyuz ve mesajımızın heryere, herkese ulaşacağını ve etkileyeceğini umuyoruz..

* Bunun için daha çok yardıma ihtiyacımız var.
* Bilimcilerin yanısıra, doğal, sosyal, ekonomik ve politik unsurların da yardımına ihtiyacımız var.
* Dünyanın önde gelen iş ve endüstri liderlerinin yardımlarına ihtiyacımız var.
* Dünya çapındaki dinsel liderlerin yardımlarına ihtiyacımız var.
* Tüm dünya halklarının yardımlarına ihtiyacımız var.